Akışın değil bakışın değişmesi gereken günler
Farkında mısınız bilmem, herkes son dönemlerde bir durgun, bir yavaş, en çok zihinler dağınık. Nereye uçtuğunu bilmeden, nereye konacağını kestiremeden, havada uçuşan polenler gibi belirsizlik içinde yaşamaya çalışıyor herkes. Aslında farklı bir şey beklemek çok da doğru değil. 2020 çok ama çok enteresan bir yıl.
Bir yandan yaşananlardan dolayı bir şükretme ve şükran hali sürerken, diğer yandan hayat amacından uzaklaşmış insan topluluklarına döndük. Bazıları, içine kapanmış sessizleşmiş, bir kısmı daha olgunlaşmış, bir kısmı ise “sağlığımdan öte bir şey yok, gördük ki bir hırka bir çorbayla geçiyormuş hayat “ diyerek farklı ruh halleri içerisinde bu günlerde. Genci yaşlısı belki de ilk kez benzer duyguyu yaşıyor. Bu çok tuhaf. O ortak duygunun adı korku. Kimi, ağzına bir lokma atarken, bir yerden bir yere giderken, evine en temel alışverişi yaparken hatta yolda yürürken sağlığını kaybetmekten endişe ederek salgına yakalanma korkusu yaşıyor, kimi ise tüm bunların yanı sıra bir de mali olarak kayıp yaşama, psikolojik olarak yıpranma ve en önemlisi sevdiklerine bir şey olmasından korkuyor.Korku ve endişe her an her yerde. Çünkü hayatın tam içinde.
Kolay değil elbet. TV’lerde her akşam birbirinden endişe verici haberleri izlemek, sağlık profesyonellerinden devlet adamlarına, bilim adamlarından astrologlara kadar herkesin bazen gidişatı anlatmak için söyledikleri ve geleceği pek parlak göstermeyen programların ardı ardına yayınlandığı bir dünyada, üstüne üstlük belirsizliğin her geçen gün arttığı bir ortamda, insanların endişeli ve mutsuz olmalarından daha doğal ne olabilir ki?
İçinde yaşadığımız günler, yolda yürürken karşıdan gelen birini gördüğümüzde maskemizin iyi koruyup korumadığını kontrol ettiğimiz, sürekli alnımıza dokunarak ateşimizi ölçtüğümüz, başımız ağrımaya başladığında vasiyetimizi yazmaya yeltendiğimiz, belirti göstermeden test yapılmadığını bildiğimiz için karaborsadan test ayarlamaya çalıştığımız çok farklı günler. İnsanlık buna benzer hatta daha kötülerinden çok geçmiş aslında.
1900’lerin başında Osmanlı’nın karışık coğrafyasında doğmuş bir çocuğu düşünsenize. Önce Balkan savaşları, sonra I. Dünya savaşı, o sırada İspanyol gribinden kaçayım derken, Kurtuluş savaşı. Arada bir nefes alıp gençliğimi yaşayayım dese kalkınma mücadelesi ve yokluk yılları, dünyanın en büyük ekonomik krizlerinden biri 1929 yılı buhranı. Bitti mi tabii ki hayır, yaklaşık 65 milyonun üzerinde insanın yaşamını yitirdiği büyük yıkımlara yol açan 2.Dünya savaşı. Bizim çocuk 45 yaşına geldi ama yaşadığı bol bol mücadele, yokluk ve savaş. Şu 6 ay yaşadıklarımıza bakıp, biz de dünyaya gele gele bu devirde geldik diye hayıflanıyoruz ya, acaba bir kere daha düşünsek mi?
Peki tüm dünyada, bilim adamları, hekimler, sağlık bakanları, herhangi bir aşı bulunamamışken, ilaç yokken bu durumla nasıl baş etmemizi tavsiye ediyor? Birbirinizden uzak durun ve ağzınızı ve burnunuzu kapatın yani kısacası maske takın diyerek.
Hani şu, hepimizin şikayet ettiği, takmamakta direttiği, içinde alamadığımız nefesimizi tarif etmekten yorulmadığımız maskeler. O maske ki bundan önce özel baloların zengin davetlilerinin, Zorro gibi kahramanların, isimsiz kahramanlar cerrahların ve doktorların diğer yandan da tanınmak istemeyen hırsızların aksesuarıyken bugün rengarenk modelleriyle tüm insanlığın ortak giysisi haline dönüşmüş durumda. Eminim bu yazıyı okuyan bir sürü okurumuz evden tam çıkarken aklına maskesi geldi ya da evden çıkmışken geri dönüp maskesini taktı ve sokaktaki yolculuğuna öyle başladı.
MASKELİ DÜNYA VE ONUN SAHTE YÜZLERİ
Maske önemli dedik demesine ama, bu meselede benim asıl takıldığım yer başka. Bu maskeyi takmak bu kadar zor da, yüzümüze hergün başka başka takındığımız maskeleri takmak daha mı kolay? “Maske takınca nefes alamıyorum” diyenlere şunları söylemek istiyorum: “Başkalarının gözlerinin içine bakarken taktığın maskeyi takarken nefes alabiliyor muydunuz?” Patrona herşey yolunda maskesi, eve gelince eşine takındığınız mutlu eş maskesi, sevmediğiniz birini yolda görünce çok özlemiş gibi yapmanın maskesi, en kötüsü de ideolojinizden ödün maskesini takarken nefes alabiliyordunuz da, şimdi bu bez parçasından ibaret maskeyi takarken mi nefes alamıyorsunuz.
Sözün özü; İçinde bulunduğumuz durumu değiştirmeye çalışma ve etkisiz olup, edilgen olmanın verdiği ego gömleğini bir kenara asalım artık. Kabul edelim ki akışı değiştirme şansımız yok.Ya büyük bir oyunun figüranıyız ya da yüz yılda bir gelen bir salgının göbeğinde şansız bir insan evladıyız. Hangisi olursa olsun, akış değişmeyecek belli ki. İlla bir maske takacaksak bakış açımızı değiştirdiğimiz maskemizi takalım. Maskemizi çıkaracaksak sahte kimlik maskelerimizi çıkaralım, koruyucu bez maskelerimizi çıkarmayalım. İşimize, sevdiklerimize, akranlarımıza, bedenimize, ruhumuza ve dünyaya farklı bakalım.
Sağlıkla kalın.
Didem Tınarlıoğlu