Dinle, anla, büyü, sev, burada
Bir insanı tanımak isterseniz, en kısa yolu onu dinlemektir. Gerçek anlamda dinlemek bahsettiğim. Belirtmeden geçemeyeceğim zamanımızın insanı o denli kendine odaklı ki, yarım yamalak dinliyor.
Siz konuşurken aklı bu sabah olanlardan tutun da biraz sonra yapacaklarına salınım yaparken, arada oradaki nesnelerin biri veya saçınızın teli, bir ses, bir koku herhangi bir unsurun peşine takılıp oradan oraya savruluyor. Tabi bir de karşı tarafa vermek istediği mesajın hesabı da var. Bu arada dinliyor görünse de iki tarafın da monolog yapmasından öteye gidemiyor konuşmalar. O kadar az ki dinleyebilen. Kelimelere yüklediğiniz anlamın derinliğini, tadını, duygusunu fark edebilen…
Neyse ne diyorduk? Bir insanı tanımak isterseniz en kısa yolu dinlemektir. Yargılamadan, nesnel bir gözlemci olarak… Ayşe’nin Fatma hakkında anlattığı çoğu şey aslında kendisi hakkındadır. Neye önem veriyor? Zihin yapısı nasıl çalışıyor? Ayşe’nin evrenin ve yaşantılarının derinliği ne kadar? Algısı ne kadar açık? Ayşe hayata hangi çerçeveden bakıyor? Hangi yollardan geçti ve kendisine nasıl bir yarın inşa ediyor? Bütün bunlar Ayşe’nin kurduğu cümleler, kullandığı kelimeler ve onlara yüklediği duyguların içinde var olmaktadır. Eğer Ayşe’nin bir bilge olduğunu var sayarsak o zaman bize Fatma’yı daha nesnel bir şekilde anlatacağını düşünebiliriz. Bilgelik de hem uygun kumaş isteyip hem pahası ağır olduğundan ulaşabilen nadir kişiye denk gelme olasılığımız düşük. Bu nedenle konumuza Ayşe versiyonları üzerinden devam etmekle yetineceğiz.
Bir başkasını dinlemeyi pek de beceremediğimiz gibi kendimizi de dinlemeyi beceremiyoruz ne yazık ki. İki seminerle aydınlanan(?) kişisel gelişimcilerin pek yanlış anladığı içe bakış, insanın kendisini dinlemesinden ve gözlemlemesinden ne kadar uzak… İçe bakan, kendini gözlemleyen, sorgulamaya başlayan, şeylere bir başka yerden de bakılabileceğini akıl etmeye başlayan bir insan oldukça huzursuz olur başlarda. Çünkü orada sevdiği kadar sevmediği şeylerin de farkına varır. Bakmaya, dinlemeye başladığında manzara da hoş olan şeyler olduğu gibi nahoş şeyleri de görüp huzuru kaçar. Birçok kişi bu huzursuzluğa katlanamadığı için alışa geldiği biçimde yüzeysel yaşama kararı alır. Ola ki kişi kendini dinlemeye ve anlamaya kararlı ise değişmek ve kendi ile daha bütüncül bir ilişki kurmak istiyorsa reddettiği yanlarını kabule geçmesi gerekir. Kabule geçmeden, teslim olmadan anlamak ve değiştirmek mümkün değildir. İçimizde görmek, duymak, kabul etmek istemediğimiz her şeyi dışarıda da reddederiz, görmeyiz, duymayız.
Sana ve kendime ikimizin de bildiği ve dillendirmediği bir şeyi söylemek istiyorum: Biliyor musun? Dışarıda hiç kimse yok. Genç, yaşlı, kadın, erkek, farklı yerlerde doğmuş, farklı birikimlere sahip herkes sensin. Her biri, teker, teker… Sevdiklerin, hayran oldukların, sempati duydukların, kıskandıkların, küçümsediklerin, sevmediklerin hatta tahammül edemediklerin hepsi sen… Başka kişi yok dışarıda, boşuna tüm duyguları, düşünceleri, sonuçları, dışarı aktarma…
Her biri senin içinin bir başka yansıması… Hatırlamasak da bir zamanlar yolumuza koyduğumuz her bir iyi ya da kötü dediğimiz şey karşılıklı olarak birbirimizi seçtiğimiz için büyük bir şefkatle orada. Büyümek, öğrenmek ve sevmek için çok önceden söz verdiğimiz için vakti gelince sahne almakta. O sana ne söylüyor gerçekte? Sen ona ne söylemek için geldin? Hepsi bu… DİNLEmek, ANLAmak, BÜYÜmek ve SEVmek için, her şey BURADA!
Emel Eva Tokuyan