Dün de yarın demiştin, harekete geç
Öz şefkat ve duygu düzenleme güçlüğü
Yerleşik şehir hayatına geçmeden önce Anadolu’da yaşama savaşı veren sırım gibi delikanlılar ve vücutlarında zerre yağ barındırmayan genç kadınlar, hamur denen sihirli yiyeceği, at sırtında kilometreleri kat ederken ve yol yürürken enerji versin diye tüketirlerdi. Sonra, ya sonra?
Yerleşik düzene geçilip, yeme alışkanlığı değişmeyip, hareket de etmeyince aşk kulpları olan (lave handle) gürbüz adamlar ve patatese çöp takmış görünümlü elma yanaklı hatunlar coğrafyamızda boy göstermeye başladı.
Ben çocukken gökyüzünü yeşil, dünyayı da yaz kış nefis yemekler ve içecekler yapılan harika bir yer sanırdım. Dünyamız renkliyken, hayatımıza gök taşı gibi giren siyah beyaz televizyonlarla, bu toprakların rengi de hınzırca değişmeye başladı. Lahmacun yerini Pizzaya, Köfte Ekmek Hamburgere, Mehmet Emmi’nin kapıya güğümle getirdiği süt, karton kutuya girmeye başladı. Alışkanlıklar değişime uğradı.
Yine o kara kutunun içerisine sihirli gökkuşağı tozu atılınca da, henüz yarı evrenselleşmiş toplumumuzun ağzında STRES sözü sakız olmaya başlamıştı bile.
Stresle, baş edelim, mücadele edelim, püf noktası bulalım sözleri artık baş tacımızdı. Mutlu olun, seviyorum demeyi deneyin demekse ayıptı.
Ezelden beri Kültür Şoku yaşayan ergenlerimiz, çelişkiler içerisinde var olmaya ve kibrit kutusu büyüklüğünde yiyeceklerle bedenlerini terbiye etmenin doğruluğuna enfiye etkisiyle inanmaya başlamıştı.
Geleneksel olarak bize öğretilen, uyu, büyü, oku, işe git, evlen çocuk yap, emekli ol, öl döngüsü hali hazırda da başımıza kakılmaktaydı.
“Alışırsın”, “evlenince seversin” sözleri annelerimizin, kadın erkek tüm cinslere empoze ettiği, pembe yalanlar gibi gelse de aslında, toplumumuzda, her kesimin mutsuzluk, pişmanlık, duygu dengesizliği banyosu yapmaya hazırlandığı korku filminin ilk adımlarıymış da haberimiz yokmuş, duygularımız ölmüştü.
Belki Babaannenizin udundan yayılan ezgiler eşliğinde, koca fıskiyeli bahçeli evinizin salonunda, öğleden sonra efkarını dantel zarflı bardakta çıkaran dedeniz, size dalak dolması tattırıp ardından da Türk Kahvesi fincanının tabağında kara mucizeyi yudumlatıyordu.
Belki de çok şanslı, sevgi dolu, yaşadığı çağdan çok daha aydın bir aileye doğan minik bir çocuktunuz. Duygularınız ve ruhunuz besleniyor, sağlıklı bir bedene sahip olabilmeniz için de spora yönlendiriliyordunuz. Bu sırada büyüyor, kabınıza sığamıyor; aşık oluyordunuz. Gün geliyor, size sadece yakışıklı ya da güzel geldiği için, damarlarda kanınızın deli aktığı zamanlarda bir eş seçiyor ve korku filminin baş kahramanı oluyordunuz.
Gelenekler var, televizyonda topluma hiç uymayan ama sürekli dayatılanlardan öğrendikleriniz var, şimdi 80’lerinde olan Jane Fonda’nın zargana balığı kılıklı bedeniyle salınması var. Çocuk doğurmuş, formu bozulmuş kadın ruhu karmaşa yaşamaya başlamış, evde tv karşısında abur cubur yiyen adam hantallaşmıştı. İkisi de birbirini beğenmiyordu. Tek nedense bedenlerinin farklılaşmasıydı. Oysa ruhları ve duyguları okşanmak istiyordu. Seni seviyorum demek ayıptı. Mutsuzlaştılar.
İşte o günden bugüne baktığımızda, bize dayatılan, uyu, büyü, oku, işe git, evlen çocuk yap, emekli ol, öl döngüsünde bir yanlışlık olduğunu yeni yeni fark eden, aydınlanan, işin sadece ruhsal, duygusal ve fiziksel beslenmek olduğunu anlamaya çalışan, gönlü çocuk, ruhu genç, görüntüsü erişkin öz şefkat ve duygu düzenleme güçlüğü yaşayan milyonlar var.
Eğitildiler, öğrendiler ama beslenemediler.
Beslenmek bize, yaşamak ve aç kalmamak için yediğimiz yiyecekler olarak öğretildi. Oysa saksıdaki bir menekşeye şarkılar söylediğinizde size rengarenk açtığı gibi, sizin de ruhunuzun şarkılar duymaya susamışlığı beslenmeye ihtiyacı vardı. Günümüze geldiğimize ise modern çağın dayattığı, incecik bedenler, kaslı heykel duruşlu cinsler ortalıkta kol gezmeye başlamıştı. Hep açtık. Sevgiye, mutluluğa, güzel söze açtık. Duygu’nun bir kadın adı olduğunu bilip anlamını kavrayamıyorduk. Sevgisiz fakat taş gibi bedenlerimizi her şekilde aç kalarak gururla taşıyorduk.
- Dünyanın en güzel coğrafyası ve başka diyarların tatlarına özenmek ve Holistik Beslenmek
Taş çatlasa 6 ya da 7 saat süren rejimler, zayıf insanlara gönderilen kıskanç bakışlar, ince gösterir düşüncesiyle sürekli kara kara giyinmeler, tıka basa çatlayana kadar yedikten sonra kendine lanet etmeler, suçu hep şişman anne babaya atma duyguları yaşayan inişli çıkışlı insanlar, bir anda sağlıksız kilo kaybı yaşayarak, mutlu olacakları yerde, iç organlarını sağlıkla besleyemedikleri için, yorgun, bitkin ama hayli zayıf bedenlere kavuştular.
Fiyonk makarnaya Farfalle, kuskusa Acini de Pepe deseler de aslı da, nesli de Anadolu değil miydi bu ölümlünün?
Bahçeli evleri, meyve ağaçlarını yorucu bulup, beton soslu, bakla sofalı, zippo çakmak boyutunda balkonlarda güneşi avuçlayıp, atların yediği mamalara tv dizilerinden öğrendikleri sütleri karıştırıp yaşayarak mutsuz olmayı iyice sindirdiler.
Gün geldi devran döndü, pişmanlık ağacının iyice yeşerdiği günümüzde, diyet yapmanın değil, sağlıklı kilo kontrolünün mutluluk verdiğini, ölüm oruçlarının yerine, ruhsal, duygusal ve fiziksel beslenmeyince sağlıklı olunamayacağını sonunda öğrendiler. Gece enerji depolatıp gündüz aralıksız ihtiyacınızı gidermek için şarja takılan cep telefonları misali, enerji depolamayı, hareket etmeyi ve bütüncül beslenmeyi öğrenmeye başladılar. Yurdum insanı yazımın ilk paragrafına geri döndüler.
“İnsanlar önce para kazanmak için sağlıklarını, sonra da sağlıklarını korumak için paralarını harcarlar” demiş Goethe.
Bedenimizden önce beslenen ruh, ne ile beslenirse onunla yaşar. Dikkat ettiyseniz yazımda asla, günümüzün dayatma sözlerini kullanmadım. Pozitif demedim (şimdi diyorum ama ) , olumlama demedim, meditasyon demedim.
Çok çorak, susuz toprağa benzeyen duygularımızı da ruhumuzla sularsak, fiziğimiz de bu üçleme ile, yeşerir, çiçek verir ve şarkılar söyler. Holistik Beslenme modern çağın çürümüşlüğünde, aylık diyet listelerine sadık kalıp, bezmiş, bitmiş, bir ay sonra yeniden başlayan mutsuz bedenlerden para kazanmak yerine, şenlikli, eğlenceli, aynaya baktığında kendini seven bireyler yaratmak için çabalamaktır. Başka coğrafyalar da, uzak diyarlar da değerlidir fakat; her ağaç kendi toprağında yeşerip, meyve verir. Ağacı kökünden incitmeden söküp başka bir yere dikseniz de kökünden başka yerde fidan vermez, veremez.
Bedenimize iyi bakmayı hep erteledik. Dün de yarın dedik, harekete geçmedik.
Nerde hareket, orda bereket diyen atalarımız aşkına
Harekete geçelim mi?
Fevziye Anjel Sürmeli
Holistik Beslenme, Diyet ve Yeme Bozukluğu Uzmanı