Karşı tarafı hayatının merkezi yapmak…
Kendi merkezinden uzaklaşmak ve karşı tarafı hayatının merkezi yapmak. Birçok ilişkinin kısa sürmesindeki ya da tek tarafın çabası ile ilerlemesindeki en büyük sebep; bu hataya düşmek…
Kimi zaman zaaflarımız mantığımızın ötesine geçebiliyor, insanız sonuçta… Hatalardan öğreniyoruz, hata yaparak öğreneceğiz. Buna karşılık aynı hatayı defalarca yapmak ya hayatımızın akışını ele geçirdiyse? Dengemizi, psikolojimizi bozmaya, en önemlisi kendimizden uzaklaştırmaya başladıysa?
Birlikte olduğu insanı hayatının merkezi yapmak birçok kişinin yaşadığı bir durum. Sevgili ya da eş rolü; hayatımızda var olan rollerden sadece biri… Ebeveyn rolü, evlat rolü, çalışan rolü, arkadaş rolü ve diğer roller… Sahip olunan rollerin enerjisel ve zamansal paylaştırılmasında yaşanabilen dengesizlik yaşanan ilişkinin kalitesine ve dengesine de yansıyabiliyor.
Özellikle yeni başlayacak ilişkilerde çok rastlanan bir durum vardır. Başta sürekli ilgili olan, hayranlık duyan, arayan, görüşmek isteyen erkek neden birkaç belki de bir görüşmeden sonra uzaklaşır ve kadın buna bir türlü anlam veremez. Aslında sebep çok açıktır;
Bir partner olmak; hayattaki tek rol değil… Bir ilişkiyi insanın her şeyi yapması hem kendisini hem de karşısındaki kişiyi zamanla boğabiliyor. Sorgulamalar, yargılamalar ve sonucunda da yıpranmalar başlayabiliyor. Hem kişilerde hem de yaşanan ilişkinin kalitesinde ve sürdürülebilirliğinde…
Her insanın kendi kişisel alanı ve kişisel bir hayatı var. Birini sevmek; onu hayatının merkezi haline getirme algısını yaratmamalı. Bir kişiye ya da bir olaya olması gerektiğinden çok fazla enerji yüklemek ve tüm enerjisini bir ilişkiye adamak o ilişkiyi ve kişiyi kendinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Kendi içinde tam ve bütün olmayı başarabilen kişi zaten enerjisinin büyük kısmını kendi için öncelikle harcamayı bilir. Kendi içinde mutlu olabilmeyi başardığında zaten başka şeylerden ya da kişilerden aradığı mutluluğu beklemeyecektir. İlişkisini kaliteli yaşayabilen insanlar; önce kendisi ile meşgul olmayı, hayatındaki tüm rolleri dengede tutmayı ve kendi hayatında tek başına da olsa düzeni oturtmuş insanlar.
“Karşı tarafı hayatının merkezi yapmak” nelere sebep olur?
Karşı tarafın her dakika diğer tarafı düşünmesi ya da her anını onunla paylaşması beklentisi ilişkiyi yıpratabilen en önemli sorunlardan birisi… Kendi yaşantısının her alanını karşı tarafın doldurması beklentisi zamanla hem bu beklentide olanı hem de karşısındakini yormaya başlar. Bu beklentinin altında yatan kök sebep aslında kişinin bilinçaltına kodlanmış kaybetme, aldatılma, sevilmeme, değersizlik ve yalnız kalma korkusudur.
Eğer sürekli başlamadan biten ya da başlasa da fazla sürmeyen ilişkileri çok fazla yaşıyorsanız kendi içinize dönüp bu korkular var mı bir düşünün.
Hayatınıza çektiğiniz her insanın bir anlamı var aslında; sizi size aynalamak…
Sürekli düzeltmeniz gereken ya da sizdeki eksik yönleri yansıtan tipte insanları hayatınıza çekiyorsanız belki de önce kendinizle yüzleşmeniz ve kendinize odaklanmanız gerekiyor.
Unutmayın, hayatınıza çektiğiniz her insanın bir anlamı var aslında; sizi size aynalamak. Neden hep benim başıma geliyor, neden hep yanlış insanları buluyorum diyerek kendinizi hırpalamak yerine, biraz içinize dönüp sorunun kaynağına yönelin. Davranışlarınız ve enerjiniz değiştiğinde size gelenlerin de değiştiğine şahit olacaksınız. Bunun için önce farkına varmanız, sonra kabullenmeniz ve devamında ne gerekiyorsa değiştirmek için önce kendinizle biraz uğraşmanız gerekiyor.
Her insanın kendini mutlu hissettiği ya da ihtiyaç duyduğu yalnız kalma ya da kendi hobileri, kendi ailesi, arkadaşları ya da işi ile ilgili ayırması gereken zamanları olabilir. Bu karşı tarafı sevmediği ya da önemsemediği anlamına gelmemeli. Ya da diğer tarafın buna bir anlam yükleyerek diğer tarafı boğması, ben merkezci beklentilerini karşı tarafa gereğinden fazla yansıtması gibi…
Karşı tarafın hayatındaki en önemli kişi olma beklentisi ilişkinin temel amacı haline dönüştüğünde, dengeler ciddi anlamda sarsılabilir. Buna karşılık insanın hem kendisinin hem de karşısındaki kişinin hayat amacında farklı rolleri de olduğunu kabullenebilmesi ilişkiyi olumlu anlamda besleyebilir. Tabi ki bu durumda da, diğer rollerdeki denge kurulurken partner olma rolünün de dengede tutulabilmesi önemli…
Tek bir role -bu hangisi olursa olsun- endekslenmek diğer rollerin de paylaşım dengesini bozabilir.Bir ilişki yaşarken ya da evlenildiğinde; her şeyi birlikte yapma beklentisi iki tarafı da zamanla birbirinden aksine uzaklaştırabiliyor. Karşı tarafı hayatının merkezine oturtma ihtiyacı; bir tarafın ilgisi ile kişinin değerinin beslenmesi ihtiyacından kaynaklanıyor olabilir. Ya da kendisini daha güvende ve değerli hissetme ihtiyacı…
Erkekler baskılanmaktan, sorgulanmaktan, her yaptığını rapor etmekten, suçlanmaktan ve fazla konuşulmasından hiç de haz almazlar. Karşı tarafı hayatının merkezi yapmak zamanla baskıları, sorgulamaları ve suçlamaları arttırır. Bir kadın bu istenilmeyen davranışların dozunu arttırdığında, bu durum da erkeği boğar ve uzaklaştırır. Bırakın bir ilişki içinde kalmayı, bir ilişkiye başlamadan kaçmasına sebep olur.
Daha ilk görüşmelerde bile bunu yapıyorsanız, karşı tarafı bir anda odağınız haline getiriyorsanız baştan hatayı yaptınız demektir. Kadınlar da aynı durumların kendisine yapılmasından hoşlanmaz fakat gerçekçi bakıldığında kadınlar, erkeklere bu davranışları maalesef daha çok sergiliyor. İlk görüşmeler sırasında hemen sevgili konumuna geçme hissi yaratan kadınların çoğunluğunun karşılaştığı durum; o erkeği korkutup kaçırmak. Hele ki karşısındaki erkek geçmişte yıkımlar, zor ilişkiler yaşadıysa ön yargı yaratmamak adına biraz akışa bırakmak ve karşı tarafla dengede adım atmakta fayda var.
“Bu Güne Notlar” serimden bir bölüm ile bitirmek istiyorum bu köşe yazımı:
Eğer hayatında yürümeyen şeyler varsa, bir nefes al ve önce kendinle başla.
Bu senin hikayen unutma, çöplüğe de çevirebilirsin, gül bahçesine de…
Eski olumsuz düşünce, duygu ve davranışlarını artık yerini olumlu düşünce ve davranışlara bırak.
Önce yorulmuş zihnini sakinlik ve huzurla doldurmadan ona yeni ve olumlu şeyler ekleyemezsin, önce kirlenmiş, yorulmuş zihnini temizle…
Kime güveneceğini iki kere düşün. Yalanı hayat anlayışı haline getirmişlerden uzak dur.
Bazen kendinde düzeltmen gereken davranışları aynalamak için de sana o davranışların aynısını yapan insanlar denk gelir.
Sen kendine değer vermedikçe karşına hep sana değer vermeyen insanlar gelir; önce kendinle barış, kendine değer vermeyi öğren…
Birilerinden darbe aldığında, üzülüp kahrolduğunda acaba buna sen mi müsade ettin de oldu? Çizgini ne kadar çiğnemelerine izin verdin; sen dik durabildin mi?
Birilerini yargıladığında ya da birilerinin yaşadığına kötü bir söz söylediğinde; bir gün gelir aynı olayları senin de yaşadığına tanık olursun.
Ne zaman duygusal bir beklenti içine girmezsin işte o zaman istediğin şeyler kendiliğinden sana gelmeye başlar.
Mutluluğunu bir olaya, bir insana fazla odaklama; bu tarz mutluluklar geçicidir oysa senin aradığın geçici mutluluklar değil. Olması gereken şu: Senin kendi varlığınla, kendinle mutlu olman; mutluluk bu, işte bu kadar basit…
Birilerinin çıkıp senin eksik parçalarını tamamlamasını bekleme; senin kendinin bile tamamlayamadığın eksik parçalarını kim, nasıl tamamlasın? Önce sen yarım olma; kendin içinde tam ol.
Şunu sor önce kendine; benim hayata, mutluluğa, başarıya, sağlığa, paraya, aşka yüklediğim anlam ne? Bir ilişkiden, kariyerimden, kısaca hayatımdaki her şeyden ne bekliyorum?
Sen başına gelen bazı şeyleri niye tekrar, tekrar yaşıyorsun bir sor bakalım kendine; kendi kibirinden mi? Egondan mı? Bilinçaltına kazıdığın korkularından mı? Takılıp kaldığın ama zamanla işe yaramadığını gördüğün sabit fikir ve kalıplarından mı? Geçmişin bittiğini, geçmişte yaşadıklarının etkisini taşıdığın sürece anda gelecek güzellikleri de yok ettiğini, her şeyin aslında bu anda olduğunu kabullenememenden mi?
Etrafı suçlarken kendi içine dönmeyi unutma ve önce içindeki seni özleyen o çocuğa, o çocukluğuna git, belki de seni çok özlemiştir ve yıllardır kendini yeniden bulmanı sabırla beklemiştir o çocuk…
Önce o çocuğa sarıl ve bugüne kadar bedenine, ruhuna verdiğin zararlar için özür dile ondan…
Etraf kadar kendini de suçlamayı bırak artık… Sadece önce kendini affetmeyi bil…
Kendini affet ve sonra da tekrar sıkıca sarıl hala içinde yaşayan o küçük çocuğa…
Ve söz ver ona, O İÇİNDEKİ UNUTTUĞUN ÇOCUĞA; “Artık hayatımı toparlayacağım. Kendi içime dönüp önce kendimi bulacağım. Tam ve bir bütün olmayı öğreneceğim kendimle…”
İşte aslında o çocuk hala sensin….
O söz verdiğin de kendin…
Yeşim Buyurgan
Kişisel Gelişim Uzmanı, Eğitmen