İstanbul °C
Sevgi düşünce farkındalık ve geleceğimiz
Hepimiz kendimizi öncelikle insan olarak tanımlıyoruz, değil mi? Tabii bu tanımı bir memeli türü olarak ya da güzel, arzulanan özelliklere sahip bir kişiyi anlatmak için kullanabiliriz.
Peki insanı diğer memelilerden, kısaca hayvanlardan ayıran en büyük özellik nedir? Örnek olarak maymunu düşünebilirsiniz. Birçok insan soyunun maymundan geldiğini kabul ettiği için bu hayvanı örnek verdim ama siz başka bir hayvanı da zihninizde canlandırabilirsiniz.
Soruya dönüyorum. En büyük fark nedir? Duygu derseniz, birçok hayvanın biz fark etmesek veya bilmesek de en az insanlar kadar duygu sahibi olduğunu biliyoruz. Hatta yırtıcı olan kaplanın bile doğası gereği, karnını doyurmak için öldürdüğü hayvanin yavrusunun bakımını üstlendiğini görmüş olabilirsiniz. Hayvanların da duyguları olduğuna dair bir çok örnek bulabilirsiniz. Peki fark duygu değilse ne olabilir? İnsan düşünen hayvandır denir. Aradaki fark düşünce olabilir mi? Yüzeysel baktığımızda farkın düşünce olduğunu çok rahat söyleyebiliriz. Fakat pratikte baktığımızda insandan bile daha iyi (tüm insanlıktan bahsetmiyorum) düşünebilen hayvanlar olduğunu görüyoruz. Bunun yanında hiç düşünmeyen, herşeyi kendisine sunulduğu gibi kabul eden, olayları bırakın sentez etmeyi analiz etmeyi dahi beceremeyen birçok kişinin var olduğunu da biliyor olabilirsiniz.
Benim düşüncem insanın hayvandan farkının farkındalık olduğudur. İnsanoğlu farkında olduğu müddetce insandır. Farkındalık için önemli bir konu kıyas yapmaktır. İçinde bulunduğun durumun farkındaysan geleceğini belirleyebilirsin. Peki geleceği bilmediğimize göre ne yapmalıyız? Yapılacak şey çok basit aslında. Öncelikle tarihten ders almak zorunlu. Geçmişi unutursak geleceği okumada zorlanırız. Fakat ekonomik ve sosyal sorunlar nedeniyle insanlar kafasını kaldırıp olayları inceleyemiyor ve geçmişte ders alması gereken olayları hatırlayamıyor.
İkinci olarak analiz etme ve daha önemlisi sentez yapma yeteneği geliştirmeliyiz. Zira günümüzde bir olayı analiz etme gereklidir ama yeterli değildir. Birbiri ile ilişkisi olmayan olayların arasındaki ilişkiyi saptayabilirsek ancak hedefi tutturabiliriz.
Üçüncü olarak zan dünyasından çıkmalıyız. Gösterilen amacı değil gerçek amacı anlarsak mantıksız gibi gözüken olayların arka planını anladığımız için her şey açık hale gelir.
Herkesin yapısı farklı olduğundan olayları anlama durumu farklı olacağı gibi , olayları anladıktan sonra sahip olduğu korkuya göre davranışları da farklı olacaktır. Bu arada “yedisinde neyse yetmişinde de odur” lafı çok doğru. Zira düşünce sistemi değişmediği sürece ne öğrendiğinin anlamı yoktur. Kişi sadece artık bildiğini sanır ama hala sadece görüneni görebiliyordur.
Bu arada zaman kavramına da dikkat çekmek isterim. Bir de yaşanılan her olayın yarattığı negatif duyguları da bilmek ve senteze dahil etmek gerekir.
Daha çok ilke var ama şimdilik bunlar yeter.
Şimdi içinde olduğumuz durumu inceleyelim.
Günümüzde sağlık, toplum kuralları ve bakış açıları değiştiriliyor. Bunun için de bilim adi kullanılarak yanlış yönlendirme yapılıyor. Ayrıca düşünme dahi engelleniyor ve at izi it izine karıştırılıyor. Korku da cabası. Olayı bilimsel olarak şüphe ile inceleyen kişileri de itibarsızlaştırırsan insanları istediğin yöne sürebilirsin.
İkinci olarak negatif duyguları yaratacak olaylar sahne alır. Sonrasında bu korku, öfke, kızgınlık, çaresizlik vb duygular kullanılarak hedefe ulaşma hızlandırılır. Amacın farkında olup bilemezsek kendimizin aleyhinin olduğunun farkına varmadan yanlış çıkarımlar yapabiliriz.
Sonuçta insanların birbirine yaklaşmasının engellendiği bir ortam oluşuyor. İnsanlar arası ilişki bozuluyor. Kimsenin kimseye tahammülü kalmıyor.
Kendisine ters düşünceyi kabul etmiyor. Oysa kendi yaptığının kendine yapıldığını düşünse, yani bu süreliğine karşıdakinin ayakkabısını giyse gene aynı davranır mıydı? Yani kendisine kendisinin davrandığı gibi davranır mı?
Bu arada söylemleri gene unutmayalım. Hiçbir zaman gerçek istek dillendirilmez. Bu bir oyundur. Evlenirken de öyle olur. Eğer partnerinize evlilikte neler yapacağınızı söyleyerek tanışsaydınız muhtemelen ilk ve son görüşmeniz olurdu.
Size en son bir hikaye ile bugünlük veda edeyim.
Uzay Yolu dizisini hatırlayanlar vardır. Günümüzdeki teknolojiyi yıllar öncesinden göstermişlerdi. Bugün konumuz teknoloji değil, dizinin bağımlılık ve toplum yönetimi ile ilgili çok daha önemli bir bölümünden bahsedeceğim.
Bir gezegende şiddetli bir hastalık ortaya çıkıyor. İnsanlar ölmeye başlıyor. Neyse ki başka bir gezegende iyiliksever insanlar var ve teknoloji yardımıyla bir ilaç geliştiriyorlar. İlacı önceleri yardım olarak bu gezegene ücretsiz gönderirlerken, bir süre sonra parayla satmaya başlıyorlar. Hastalığın gerçek tedavisi bulunamıyor. İnsanlar yaşamak için bu ilacı belirli zamanlarda kullanmak zorundalar. Birinci gezegen gittikçe fakirleşiyor.. Zira tüm paralarını ilaç karşılığı diğer gezegene veriyorlar. Fakirleştikleri için artık hastalık konusunda araştırma yapacak bütçeleri de yok. Yeni üretim sahası da açamıyorlar. Yaşamak için gerekli parayı bulamadıkça borç alıyorlar. En sonunda hiçbir şeyleri kalmıyor neredeyse ve yeni aldıkları daha doğrusu almaya çalıştıkları ürün için paraları da kalmıyor. Ölüme mahkum durumdalar. İlaç gemisine korsanvari şekilde el koyuyorlar.
Diğer gezegen ise hem insanlığını yapmış, tedaviyi bulmuş, sonra insanları ölümden kurtarmak için ücretsiz vermiş, daha sonra ticaretini yaparak zenginleşmiş. Bilim artık onda ama onlar da hastalık tedavisi için yeni araştırma yapmayı durduruyorlar. Zira hem pahalı, hem zaman alıcı, hem de sonuç alamıyorlar. Nasılsa ellerinde yaşatmak için çözüm var. Ayrıca para da kazanıyorlar ve refah içinde yaşayan bir toplum oluyorlar. Fakat yıllarca borç para vererek birinci gezegeni yaşatmışlar. Her türlü kaynaklara el koymuşlar. Şimdi de o gezegenin kendilerine bağlanmasını istiyorlar. Özeti, özgürlüklerinden vazgeçmeleri gerekiyor.
Film de bu noktada başlıyor. Kaptan gerçeği açıklayamıyor. Ürünü hangi ülkeye verse içi rahat etmiyor.
Bu arada zaman gittikçe daralıyor. Bir gezegen yok olmak üzere, ya da esir olarak yaşayacaklar.
Kaptan beklemeyi seçiyor. Çünkü olayı sadece göründüğü kadarı ile incelemiyor. Geçmişi de inceliyor ve gerçeği kavrıyor. Bu bilgi ışığında beklemeyi seçiyor. Fakat iki taraf da kaptanı suçluyor.
Birinci gezegen bizi ölüme mahkum ediyorsunuz diye kızarken, ikinci gezegen de kızıyor. “Diğer insanlar sizin yüzünüzden ölecek. Biz anlaştık. Anlaşmanın şartları sizi bağlamaz. Ürünü bize verin. Hem onları ölümden kurtarın. Hem de görevinizi yapın.”
Filmin sonu. Zaman dolar. Ölmesi gereken insanlar halen ölmezler. Zira her şey bir yalandır. Başlangıçta hastalık vardır ama yok olduğu halde bağımlılık nedeniyle insanlar gerçekleri öğrenemezler ve sadece ilaç ile yaşayabileceklerini zannetmektedirler. Diğer gezegen ise başlangıçta iyi niyetle ama sonrasında çıkarcılıkla, sömürü için ürünü satmaya devam etmiştir. İlaca gereksinimin olmadığını bildikleri halde ölüm korkusu ile ilaç sattıkları gezegeni sömürmüşlerdir.
Korku ve bağımlılık gerçekleri dahi araştırmamızı engeller.
Son söz, sevgi içinde olarak düşünmeye devam etmeliyiz.
YORUMLAR