Tarafını seç – Yazı dizisi (I)
Hayatımın son yirmi yılını insan ilişkileri ve davranış şekillerini çözümlemeye ayırmış biri olarak doğum tarihine göre olan sınıflandırmadan hep rahatsızlık duymuşumdur. Hepimizin çok yakından bildiği ve isimlerine aşina olduğumuz X, Y ve Z kuşakları bugün aktif olarak iş dünyasının içinde yer alan, ait oldukları dönemlerle kıyaslandığında birbirlerine göre farklı üstünlükleri alanları olan jenerasyonlar.
Bu kuşak sınıflandırmalarına baktığımızda, tarihin, sosyo-ekonomik gelişmelerin ve teknolojinin doğrudan etkisi olduğunu görebilmekteyiz. Göçebe toplumlardan yerleşik hayat düzenine geçişe doğru incelediğimizde insanlar arasındaki iletişim gücünün zaman içinde nasıl evrimleştiğini anlamamız kolaylaşacaktır.
Milattan 5500 yıl önce başlayan atla yoldaşlığımız o kadar uzun sürdü ki, bir buharlı makinanın 1698 yılında bulunup bir trene uyum sağlayabilmesi için bile üzerinden 150 yıl daha geçip 19. Yüzyılın ortalarına gelmemiz gerekti. Burada anlatmak istediğim tabii Sanayi Devrimi değil. 7500 yıl boyunca insanoğlu bir atın sırtında veya at arabası ile bir yerden bir yere haftalar, aylar süren yolculuklar yapıyorken bugün ses hızından daha hızlı kıtalar arası uçuşlar yapabilen bir dünyada yaşıyor.
Bu kadar geçmişe gitmesek bile bir kıyaslama yapmak gerekirse demiryollarının insan hayatına girmeye başladığı 19.yüzyılın başlarında doğanlar önceki dönemlerde yaşayanlardan çok büyük üstünlüklere sahiptiler. Aynı örneği bilgisayar çağından önce doğanlar içinde söyleyebiliriz. Bill Gates ve Steve Jobs 1953-1955 yıllarında doğmuşlardır. Özetle şunu söylemek daha doğru olacaktır doğum tarihimiz inançlarımızı, davranış şekillerimizi, yaşam şeklimizi belirleyemez ancak fırsatlarımızı belirleyebilir.
İşte sorunun başladığı ana noktaya ulaştık ‘’ FIRSATLAR’’.
İnsanların doğum tarihinden bağımsız olarak tüm zamanlarda gösterdikleri davranış şekillerine göre temel 3 kategoride değerlendirmek mümkün. Bunu için herhangi bir kuşak sınıflandırmasına da ihtiyaç duymuyorsunuz. Aslında bir insanın iyi bir CEO olması için Y kuşağından olması gerekmediği gibi bir X kuşağı da alışılmışın aksine teknolojinin bütün imkânlarını kullanabilecek yetkinliklere sahip olabiliyor.
Temel olarak insanlar Alıcılar-Vericiler ve Dengeleyiciler olarak üç sınıfta inceleyebiliriz.
Alıcıların önemsedikleri değerler;
-Zenginlik (para, mal, maddi kazanımlar)
-Güç (hükmetme, yönetme, direktif verme)
-Zevk (kendisinin keyif alması)
-Kazanmak (Her zaman başkalarından daha başarılı olmak)
Vericilerin önemsedikleri değerler;
–Yardımseverlik (başkalarının iyiliği için çalışmak)
-Sorumluluk (güvenilir olmak)
-Sosyal adalet duygusu (herkese fırsat eşitliği sunma)
-Duyarlılık (başkalarının ihtiyaçlarını önemsemek)
Yapılan bir anket çalışmasında katılımcıların %70 i vericilerin önemsedikleri değerleri önemsediklerini söylediler. Dünyanın gelişmiş 70 ten fazla ülkesinde de sonuçlar aynıydı. Bu kadar insan vermeyi önemserken nasıl oluyor da iş dünyasının dinamikleri farklı işleyebiliyor. Tam bu noktada daha korkunç bir gerçekle yüzleşiyoruz aldatıcı vericiler (gerçek alıcılar). Bu konuda yazının son bölümünde dünyanın yakından tanıdığı bir örneği vereceğim.
Etrafımızda bu insanlardan ne kadar çok olduğunu göreceksiniz. Ancak şunu söylemekte büyük fayda var zaten iş hayatında pek azımız salt alıcı veya verici gibi davranabiliyoruz. Üçüncü bir yaklaşım olan dengeleyici olmayı seçiyoruz. Almak ve vermek arasında bir denge kurarsınız. Dengeleyiciler başkalarına yardım ederken karşılık arayarak kendilerini güvenceye alırlar. Bir dengeleyici kısasa kısas anlayışına sahiptir.
Şunu rahatlıkla söylemek mümkün, vericiler, alıcılar ve dengeleyiciler hepsi çok başarılı olabilir ve oluyor da. Ancak vericiler başarılı olduğunda farklı bir durum ortaya çıkıyor, bu başarı bir şekilde etrafa yayılıyor. Alıcılar başarılı olduğunda mutlaka karşıda bir kaybeden vardır bunu asla unutmayın. Bir dengeleyici başarılı oluyorsa genellikle bunu ortama uyum sağlayarak yapar ve karşılıklı alıp vermeye dayalı bir sistemin parçası olmuştur.
Şimdi Dünyanın gördüğü en büyük alıcı (en büyük aldatıcı verici) ENRON skandalının faili Kenneth Lay’den bahsetmek istiyorum. 15 yıl boyunca yönetim kurulu başkanı ve CEO olarak görev yapmıştı. Görevi bıraktığında şirketin değeri 110 milyar dolardı. Kırktan fazla ülkede 20 binden fazla çalışanı vardı. Şirket Fortune dergisi tarafından beş yıl üst üste Amerikan’ının en yenilikçi şirketi seçilmişti.
Başarının arkasındaki sır sorulduğunda altın kural, saygıdır…ve mutlak dürüstlüktür derdi.
Hayır işleri için bir aile vakfı kurdu ve 250’den fazla şirkete 2,5 milyon doların üzerinde para yardımında bulundu. Şirketin yıllık gelirinin %1 ini hep hayır işlerine ayırırdı.
Ekim 2001 de Enron üçüncü çeyrekte 618 milyon dolar zarar beyan ettikten sonra, öz kaynaklarının 1,2 milyar dolarını kaybetti ve aralık ayında iflas etti. 20 bin çalışan işsiz kaldı, tüm birikimleri yok oldu. Müşterileri Enron’un sahte karlar beyan ederek ve 1 milyar doları aşan borçlarını gizleyerek yatırımcıları kandırdığını, Kalifornia ve Teksas’ta enerji piyasalarını manipüle ettiğini ve yabancı hükümetlere rüşvet vererek uluslararası sözleşmeler yaptığını ortaya çıkardı. Lay 6 adet komplo ve dolandırıcı suçlamasından hüküm giydi. Bu hükmü hiç öğrenemeden eyalet hapishanesinde kalp krizi sonucu öldü.
Burada Lay’in şirekti nasıl milyonlarca dolar dolandırdığından uzun uzun bahsetmeyeceğim. Merak edenler internetten bu bilgilere ulaşabilirler. Önemli olan bu skandal patlak verene kadar insanların Lay hakkında ne düşündükleri.
Bu davranış belirtilerini Lay’in Exxon için çalıştığı 1970’li yıllarda görmek mümkündü. Bir patronu Lay için yazdığı referans mektubunda ‘’belki biraz fazla hırslı ‘’olduğu konusunda uyarıda bulunmuştu.1987 yılında Enron Oil’de sahte şirketler kurarak 3,8 milyon dolar çalan ve Enron’un büyük bir ticari zarardan kaçınmasını sağlayan iki satıcının yaptıklarının gizlenmesine onay vermiş ve hatta yardımcı olmuştu. Kayıplar ortaya çıktığında ise Enron Oil 85 milyon dolarlık bir vurgunu kabul etmek zorunda kalmıştı.
Lay hakkında böyle onlarca örnek sıralayabiliriz, başarının arkasındaki sırrı mutlak dürüstlük olarak tanımlayan kişiyle hiç bağdaştırmayacağınız örnekler.
Bir sonraki yazımda verici kılığındaki bir alıcıyı tespit etmenin yöntemlerinden detaylı olarak bahsedeceğim. Ancak hiçbir yönteme gerek kalmadan siyaset ve politikayla uğraşanların her birinin verici kılığında bir alıcı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu zaman zarfında sizler de tarafınızı seçmiş olursunuz.
Her insan; yapıcı bir fedakarlığın aydınlık yolunda mı, yoksa yıkıcı bir bencilliğin karanlık yolunda mı yürümesi gerektiğine karar vermelidir. Martin Luther King JR.