Türkiye’de şirketleri konkordato’ya getiren 5 neden?
Aralık.2018’de gazetelerde yayımlanan haberlere göre “Anonim şirketlerde 294, limited şirketlerde 552’ye, toplam 846 firma Korkordato ilan etti.”
Bunlar 2013 yılında dünyanın 17.büyük ekonomisi olmuş Türkiye’nin değerleri. O yıldan bu yanada bir düşüş yaşıyoruz. Bu gidişle 2025 yılında bırakın ilk 10’a girmeyi, ilk 20’ye bile gireceğimiz şüpheli. Gerçekten bir Yol ayrımındayız.
Peki bizi buraya getiren sebepler neler? Yine tümden gelimle bakarsak….
Esasında yapmamız gereken tek şey kafamızı yukarı kaldırmak, dünyada yaşananlardan ders almak ve ekonomileri önceleri bizler gibi olan ama şimdi başarmış ve dünyanın önde ekonomileri arasına girmiş ülkelere bakmak. Güney Kore, Brezilya, Hindistan, Çin vb… örneklere …
Ülkelerin inovasyon performanslarını hesaplayarak ülkeler arasında karşılaştırma yapma imkanı sağlayan “Küresel İnovasyon Endeksi 2018 raporuna ” baktığımızda 126 ülke arasından 50.sıradayız. Bkz: https://www.globalinnovationindex.org/Home . İnovasyon kavramının ülkeler için önemli olmasının nedenleri, uluslararası rekabette avantaj sağlaması, refah artışı, sürdürülebilir kalkınma ve istihdam artışında önemli bir rol oynamasıdır. İnovasyon işletmeler, bölgeler ve ülkeler için değer yaratıcı ve karmaşık bir süreçtir.
Tüm bu parametreler altında baktığımızda, Türkiye’de şirketleri Konkordato’ya getiren 5 neden:
1- Bilgiye Ulaşamama / Yöneteme: Türkiye olarak “Bilgiye Ulaşma Özgürlüğünde” 180 ülke arasında 154. sıradayız *. Konkordato ilan eden şirketlere de baktığımızda, kurumlar içinde de AN’lık olarak bilgiye ulaşmak, bilgiyi ölçmek ve bilgiyi yönetmek kavramlarının olmadığını görüyoruz. Bu sebeple, bu şirketlerde haftalık 45 saatin %60’ı sorunları anlamak için bilgi toplamakla geçiyor.
2- Hukukun Zayıflığı: Yakınlarda yayınlanıp bizde ses getirmeyen 2015 yılının Hukukun Üstünlüğü Endeksinde (Rule of Law Index) 99 ülke arasında 80. sıradayız. Bu sıralamanın ne önemi var diye sorulacak olursa, hukukun üstünlüğü ile kişi başı milli gelir arasındaki ilişkiye bakılmalı. Biri arttıkça diğerinin de arttığı tartışma götürmeyecek kadar belirgin.
3- Dayanışmayı Bilmemek : Dayanışmaya gelince bunun iki boyutu var: İnovasyon yolunu açabilecek eğitim boyutu ve fikir sahibi olanlara sermaye ve know-how sunacak teşvik yapısı (Bkz: Güney Kore örneği). Türkiye’de maalesef ne şirket içi, ne de şirketler arası know-how’ları, güçlü yönleri birleştirme kavramı yok. Her firma ve/veya kişi hem tekrar tekrar Amerikayı yeniden keşfetmeye çalışıyor, hem de bilgisini ve uzmanlığını paylaşmayarak, aktarmayarak yaratıcı fikirlerin yayılmasına ve oluşmasına engel olunuyor.
4- Rakiplerini Tanımamak: Rakiplerimizi tanımıyoruz. Kendi yerimizi, lokal ve global pazarlardaki yerimizi ölçemediğimiz, bilgiye ulaşamadığımız, sorunlarımızın dışına kafayı kaldırmadığımız için bunu da bilmiyoruz. Dolayısıyla krizlere de hazırlıksız yakalanıyoruz. Zamanında “kişi başına düşen milli gelir” açısından aynı kefede olduğumuz 4 ülkeye (Yunanistan, İspanya, Brezilya ve Güney Kore) baktığımızda, şimdi bu rakiplerimiz arasında sonuncuyuz.
5- Iskaladığımız İnsan Unsuru: İnsan unsurunu ıskalıyoruz. Küçük ve orta ölçekli şirketlerimizin %90’ında hala “İnsan Kaynağı Yönetimi” kavramı ve bunun bir bilim olduğu bilinmiyor. Dolayısıyla “Entellektüel sermayeyi” de ıskalayarak ilerliyoruz. Tarım, inşaat, turizm dışında artık teknolojiyi daha çok işin içine kattığımız, entellektüel sermayemizi yani akıl, tecrübe, yaratıcılık ve inovatif düşünce gibi kendi katma değerli hizmetlerimizi daha çok kullanabileceğimiz işler yapmalıyız. Yani ayaklarımız değil, akıllarımız çalışmalı. İnşaat, Tarım ve Turizm dışında teknoloji, bilgi teknolojileri, elektrik / elektronik konularına kaymalı ve eğitimi desteklemeliyiz. Geçenlerde 19 milyar dolara el değiştiren ve sadece 53 çalışanı bulunan WhatsApp’ın değerinin, Türkiye Cumhuriyetinin tarihi boyunca ortaya çıkardığı on binlerce çalışanı bulunan en büyük 4 şirketimizin (Türk Telekom, TÜPRAŞ, THY ve Petrol Ofisi) toplam piyasa değerinden daha fazla olduğunun altını çizmek isterim!!!
Tüm bunlarla beraber analiz – sentez ve eleştirisel düşünceye dayanan, öğrenmeyi öğrettiğimiz gençlere ve tüm bunları sağlayacak bir eğitim sistemine ihtiyacımız var. Tüm bunları seçersek refah ve özgürlüğe doğru gideriz. Diğer seçimlerde neler yaşanabileceğini ise yaşadık da, hala yaşıyoruz da. Karar sizin.
* İstatistiki veriler New York Üniversitesi’nde (NYU) Profesör olarak davranış bilim ve istatistik birimi Prof.Dr. Selçuk Şirin hocamıza ait