Biz normale dönmeyelim
Eskiden her şey çok normalmiş gibi herkeste bir normale dönme özlemi. Her şey normal falan değildi eskiden. Bir sürü anormallikleri olan koca bir dünyada yaşıyorduk.
Öte yandan eski normal yeni normal ne demek? Bir kere kendi içinde çelişkili. Normal normaldir. Adı üstünde. Önüne yeni gelince o artık normalliğinden yani olağanlığından, kendine olan özgünlüğünden çıkmış, moda adıyla mutasyona uğramış olmuyor mu? Neyse biz konumuza dönelim, bu bambaşka bir paylaşım konusu.
Normal dediğimiz eski dünya düzeninin içinde bir sürü anormallikler yok muydu?
Şiddetten ölen her yıl binlerce kadının, sapkınlar tarafından istismar edilen on binlerce masum çocuğun olduğu dünya mı normaldi? Sırf öne geçebilmek için torpille iş halletmedeki çirkin adaletsiz anlayış mı, doktorları döven, hakaret eden zihniyetler mi, bilime, akademiye, çağdaşlığa değil, vasata, maddiyata, cehalete prim veren toplulukların olduğu dünya mı normaldi?
Empatiden yoksun, sevgisizliğin ve sosyal statünün değer bulup insanlığın hiçe sayıldığı, tüketmeye olan bitmeyen açlığın, doğaya olan vurdumduymazlığın, toprak ve iktidar uğruna yapılan savaşlarda ölen milyonlara varan insanların olduğu dünya mı normaldi? Silah ve savaşlara yapılan yatırımın bilime ve eğitime olan yatırımdan daha fazla olduğu, anlamsız ve çirkin siyaset dilinin sıradanlaştığı, gelir adaletsizliğinin dünyanın dengesi kabul edildiği anlayışın olduğu dünya mı normaldi? Tüketime olan düşkünlüğün arsızlaştığı, hayata karşı memnuniyetin nerdeyse hiç denecek kadar azaldığı, şımarıklığın hâkim olduğu eski düzen mi normaldi? İnsanoğlunun diğer canlılara olan duyarsızlığının tavan yaptığı, liyakatin hiçbir kurumda değerinin olmadığı, spor dünyasında, adil oyundan ziyade kabalığın, çıkarcılığın boy boy gösterildiği dünya mı normaldi? Bu dünyaya mı geri dönmek istiyoruz da normale dönüş naraları atıyoruz?
Çoğu kişinin bir “Ders aldık, aklımız başımıza geldi, her şey çok farklı olacak, akıllandık…” gibi beyanlarını duydukça, insanın ağlanacak halimize gülesi geliyor.
Oyuncağı elinden alınmış çocuk misali davranıyor gibi geliyor bana insanlar. Bir yandan ağlıyor bir yandan annesi oyuncağını geri versin diye numaradan sözler veriyor. “Bir daha yapmayacağım yeter ki istediğimi ver, söz yapmayacağım.” der gibi. Çocuk diliyle mahsusçuktan yani.
Boş hayallerin peşinde, bomboş vaatlerin içindeyiz yine. Bırakalım bunları. Önce şapkamızı tüm dünya olarak gerçekten ama içtenlikle önümüze koyalım. Koyacağımıza inanmıyorum, o ayrı mesele. Yanılmaktan memnuniyet duyarım.
Kontrolü kaybedince delirdik. Üç yıl beş yıl sonraya dair planlama ve yönetme hakimiyetimiz varken yirmi gün sonrayı bilememek çıldırttı bizi.
Her şeyi kontrol edemeyeceğimizi kabullenmiş olalım artık. Dünyanın bize her şey senin elinde ve istediğin gibi olacak her şey merak etme dediği bir sözü yok. Bir teminatı da yok.
Maruz kalma diye bir duygu var biraz onunla tanışalım mesela. Bazen maruz kalırsın ve durumu kabullenirsin, hazmedersin. Sonra egonu kenara asar bırakır ve önüne sunulan şartlara uyum sağlamayı öğrenirsin. Yaşadığımız şu günler şeklen bu tanımlamaya uysa da içerik ve özümseme olarak yakınından bile geçmiyor. Her şey, tüm çıkarımlar, eskisi gibi bencilce, bütünsel değil bireysel. Öyle “Doğa bize dersini verdi artık daha duyarlı olmalıyız, su kaynakları azalıyor kendimize gelmeliyiz.” gibi dikkat çekici sözler güzel de, bunları bir avuç insan söylüyor. Dünyada kuraklaşma riski var ama insanların kalbinde oluşmuş olan kuraklaşmayı ne yapacağız peki?
Normale dönmeyelim biz. Hazır bu kadar değişime ve iyileşmeye hazırken, iyi olmayan şeyleri çağırmayalım. Normalleşmeyelim. İyileşelim.
İyileşmek de inanç ve sevgiden geçer en çok. Önce sevebilmeyi becermemiz lazım. Her şeyi abartma ve övme huyunu eski normalde (!) bıraksak da sevmeyi abartsak mesela. “Zira sevmek mübalağa sanatıdır.” demiş ya hani şair. Ne güzel de özetlemiş. Yeni normal dünyada sevmeyi abartsak mesela.
Normalleşmesek her şeyde.de. İyileşsek
Sevgiyle, sağlıkla kalın.
Didem Tınarlıoğlu