Dijital işletmelerde sıkılgan yeni tip
‘Bu sıkılgan tipler de nereden çıktı?’, ‘Yeni nesil hep böyle’ şeklinde söylemler çokça duyuyorum, özellikle personel devinimleri yüksek olan şirketlerde oldukça yaygın bir tavır bu. Bulunduğu şirkette mevcut iş yönetim süreçleri arasında daha geniş konfor alanı yaratma ve özellikle de yeni neslin farklılıklarına odaklanma niyeti ile besleniyor. Neden bu tavır takınılıyor derseniz; çoğunlukla uzun dönem aynı şirkette çalışanların, şirkete yeni gelenlerin mevcut düzene uyum sağlamaları, herhangi bir düzeni değiştirecek bir etki yaratmamaları adına uyguladıkları bir yöntem gibi uygulanıyor – dolayısıyla herhangi bir dönüşüm ihtiyacını da beraberinde getirmelerinin önüne geçecekler –.
Yeni neslin ve/veya ilgili kuruma son gelenlerin ötekileştirilmesi yoluyla bulundukları firmaya uygun olmadıklarının ifade edilmesinin şirketlerin dijitalleşme süreci ile nasıl bir alakası olabilir diye düşünebilirsiniz.. Gelin birlikte değerlendirelim ve sonunda da diyelim ki, şirketlerin dijitalleşme yol haritalarında en üst seviye olan dijital olgunluğa erişme sürecinde, teknik altyapının geliştirilmesi yanında daha önemli bir iş var, o da bireye verilecek değer ve yetkinliklerinin gelişimine yapılacak yatırımdır.
Dijital kelimesinin ortaya çıkışı ile ilgili biraz araştırdığımda, Latince’de parmak anlamına gelen ‘digitus‘ kelimesinden türetildiği ve Fransızca’da parmakla sayılan anlamında kullanıldığını görüyorum. Türkçe anlamını sorguladığımda ise karşıma, ‘sayı ile ilgili, sayı temeline dayalı’ veya ‘sayısal‘ şeklinde açıklamalar çıkıyor. Buradan çıkarımla, işletmelerin dijitalleşme konusunun, bilişim teknolojilerinin temelini oluşturan sayısallaştırma kurgusuyla, bir değişim veya dönüşümü ifade ettiğini anlayabiliriz.
Dijital işletme kavramını anlamak veya bir işletmeyi dijital şeklinde yorumlamak için öncelikle dijitalleşme ve dijital dönüşüm kavramlarını biraz anlamak gerek. Öncelikle değişim veya dönüşüm kavram tanımlarının farklı şirketlere, endüstri veya işletmenin ihtiyaçlarına göre değişiklik göstereceği düşünüldüğünde, en temelde kurumların ulaşmak istedikleri noktayı belirlemeleri ve dönüşümü o noktaya ulaşmak için gerekli bir süreç olarak tanımlamaları gerekiyor. Bu süreçte birçok şirket için ulaşılması hedeflenen nokta olan ‘dijital işletme’ noktası, kanaldan bağımsız şekilde iç ve dış müşteri deneyimine odaklanma ve operasyonel seviyeden stratejik seviyelere kadar hedeflere ulaşmak dijital teknolojileri kullanma şeklinde sağlanmaktadır.
Bilginin ana değer haline geldiği günümüz dijital dünyasında, bilgi teknolojilerinin ortaya çıkardığı yeni süreç, günümüz işletmelerinin yerini alacak yeni bir işletme tipini oluşturuyor. Bu yeni işletme tipi, bilginin ana değer olarak güç haline geldiği, dijital işletme olarak tanımlanıyor. Ünlü işletme tarihçisi Alfred D. Chandler’in 19. Yüzyılda (‘Görünen El‘ isimli kitabında) ortaya koyduğu ‘Yönetim Devrimi‘ olgusu, o dönem yaşayan işletmelerde meydana gelen operasyonel işlemlerin sürdürülmesinin mevcut teknolojilerle sağlanamayacak şekilde artması ve karmaşıklaşmasından beslenmişti. Bugün de işletme yönetimlerinin, mevcut teknolojilerle, operasyonel ihtiyaçlarını karşılayamaması, bir değişim/dönüşüm ihtiyacının oluşması ve bu ihtiyacın da bilgi teknolojilerindeki gelişmelerden faydalanarak giderilmeye çalışılması, Chadler’in bahsettiği türden bir değişimin benzerini yaşatıyor. Peki, işletmelerin varlığından dijitalleşmesine kadarki süreçlerde bugünü de dâhil edersek, dönüşüm/değişim ihtiyacı varlığı sürekli korurken (ama onu sağlayacak teknoloji ihtiyacı sürekli değişirken) değişmeyen diğer olgu nedir diye düşünürsek… Chadler’a göre, farklı teknolojik altyapıların kurgulanmasının yanında, işletmelerde insana verilen değer ve yapılan doğru yatırım ile bugün yeni tip işletmelerde görünmeyen elin yerine geçilmiştir. Dolayısıyla, bugünün dijital işletmelerinde veya dijital işletme olma yolunda olan şirketlerin, hedeflerine giden yolda, uygun teknolojik altyapı ve bilgi akışının doğru şekilde kurgulanmasından daha önemli bir şey varsa da o da ‘İnsan‘ kaynağıdır. Şu çok net görünüyor ki, işletmelerin varlığı veya dijitalleşmesi boyunca nesillerce süregiden ve bugün yeniden önemi ortaya konan en anlamlı değer ‘İnsan‘dır.
Bugün dünyada 4-5 farklı kuşağın aynı anda aynı iş atmosferinde bulunduğu zamanda olduğumuzu düşündüğümüzde, gerçek bir demografik devrimin içerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu devrimin ve/veya dönüşümün, özellikle çalışmanın ve tüketimin yeni dünyasında, yeni bir iş etiğinin ve insanlar arası iletişimin öneminin yeniden hatırlanması, anılması gerekiyor. Türkiye için bu demografik devrimi değerlendirdiğimizde ise şöyle bir tablo çıkıyor: 80 milyon nüfus üzerinden yaş ortalaması 31’i aşıyor ve ülkedeki genç kuşağı temsil eden kısım 27 milyon. Bebek, çocuk ve ergen dönem nüfus ise yaklaşık 22 milyon kadar. Türkiye için umut verici olan kısım, genç bir nüfus olmamız, diğer taraftan bu ülke yaklaşık 50 milyona yakın insanı da anlamak ve onlara umut vermek zorunda.
Ülkemizdeki şirketlerde de Türkiye’deki nüfus yaş ortalamasına benzer bir durum söz konusu, hatta şirketlerde geçmiş yıllara nazaran gitgide daha belirginleşen bir gençleşme hakim. Mevcut şirket çalışanlarının ortalama yaş ve dâhil oldukları kuşakları düşünürsek, çoğunlukla Y kuşağı (1980 sonrası ve milenyuma kadar doğduğu varsayılan) bulunduran bu şirketlerin, Y ve beraberinde gelen Z kuşağının (milenyum sonrası doğduğu varsayılan) enerjisini, yaratıcı düşüncelerini, kaynaklarını aktive etmeli ve inovatif, lider bir şirket olma yolunda önemsemelilerdir. Dijital işletme dediğimiz kavrama en uygun adapte olacak ve değişimi yönetme ve uyum sağlama yetkinlik/yeteneklerine doğal olarak sahip olan veya bunların daha farkında olan onlardır. Dijital dönüşüm çalışmaları ile içerisinde bulunduğumuz çağa ve geleceğe hazırlanmayı hedefleyen şirketlerin, işin teknoloji alt yapısını oluşturmaları yanında, bu değişimi / dönüşümü yaşayacak, ona liderlik edecek bireylerin değişime uyum enerjilerini de bir güç olarak ellerinde bulundurmaları ve yeri geldiğinde bu çoğunluk genç neslin dönüşüme adaptasyon gücünü bir kuvvet olarak kullanmalılardır. Onların farklılıklarını ön plana çıkarıp ötekileştirilmeleri yerine, çok kuşaklı şirketlerin süreçlerde veya teknolojilerde değişim/dönüşüm hedeflerinde, ellerinde bulundurdukları bu şansı iyi değerlendirmeleri gerekiyor. Farklı nesilleri bir arada bulunduran şirketler ‘çok sesli’ şirketlerdir, bunu ahenk içinde duyulacak bir müziğe dönüştürmeyi ve bir müzik lezzeti sunmayı başaranlar ise dönüşüm sürecinde asıl mesele olan ‘insan’ için değer yaratabilirler. Bu sayede geleceğe bağlanan köprülerin temellerini sağlam atabilirler.
Telgraftan Tablete kitabında Evrim Kuran, Türkiye’de yaşayan beş farklı kuşağı oldukça gerçekçi bir bakış açısıyla ele alıyor ve yalın bir dille anlatıyor ve kitapta kuşakların döngüselliği konusunu anlatırken her şeyin, kuşakları ortaya çıkaran farklı özelliklerin de birbirine bağlı bir bütün olarak ele alınması gerektiğini savunuyor. Geçen yüzyılın en önemli sosyologlarından Talcott Parson da, kuşak farklılaşması şu şekilde açıklıyor: Ne zaman sosyal düzen ihtiyacı artsa veya azalsa, toplum yeni bir faza girer ve dolayısıyla, kuşakları birbirinden ayrı düşünemeyeceğimiz gibi, kuşakların farklı fazlarda (Yükseliş-Uyanış-Çözülme-Kriz) birbirini takip eden dönemlerin ürünü olduğu bilinmelidir. Dolayısıyla, Türkiye gibi, beş farklı kuşağın aynı anda yaşıyor olduğu bir coğrafyada farklılıklar yerine bütünselliğe odaklanmak, kuşakların ve aynı zamanda bireyin ihtiyaçlarını anlamak için ilk adım ve en önemli adım olacaktır.
Jenerasyonel sistem dünya üzerinde kusursuz bir harmoni halinde, hem geçmişten besleniyor hem de geleceği öngörmek için aracı oluyor. Dijitalleşmenin, dijital dönüşümlerin yaşandığı, üstel şekilde artan bilgi ve içeriklerin günlük rutinde bireyi isteyerek ya da istemeyerek kendi sarmalına aldığı -hızlı kararlar almaya, seçimler yapmaya veya çeşitli uyarılara mazur bıraktığı- bu çağda, bireylerin ihtiyaçlarını anlamak ve dolayısıyla bütünü gerçek ortaya koymak gittikçe zorlaşıyor. Bu karmaşadan organizasyon olarak çıkabilmek için, dönemi anlamak gerekiyor. Bir dönemi anlamak için, o kuşağı anlamalısınız, böylece paradigmanın kıskacına sıkışmaktan kurtulabilirsiniz. Bu ne işe yarar derseniz: O kuşağa ait tipler sizin gibi değillerse ve başta belirttiğimiz Sıkılgan Tipler ise, (işletmede) sizin gibi olmayanları kendinize ait yargılarla değil, onlara ait gerçeklerle görmenizi sağlayacaktır. Ancak bu mümkün olduğunda ‘Dönüşürsünüz’, işte, işletmede ya da evde.. Bir şirket ya da bir birey olarak..
Hani derler ya, ‘doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar’ diye; bugünün dijitalleşen veya dijital dönüşüm sürecinde olan işletmelerinde, belli ki bu sıkılgan tiplerin onuncu köyden seslenmesi gerekecek..