Akış sürecini işe entegre etmek ve fırsata çevirmek
“Akış olarak iş ne demektir? Aslında bir çoğumuzun deneyimlemek istediği şey, yaptığı işe kendini bırakabilmek ve keyif almak…
Prof Dr. Mihaly Csikszentmihalyi Akış – Mutluluk Bilimi adını verdiği ve ‘memnuniyetsizliğin kökenleri, hazzın öğeleri ve bilincin sırları’ gibi başlıkların yer aldığı kitabında; hayatımızın büyük bir bölümünü teslim ettiğimiz işimizle ilgili küçük bir sorgulamaya sürükleyecek örneğiyle sizi düşünmeye sevk ediyor.
Hikaye Birleşik Devetlerde yaşayan bir adamı anlatıyor, gelin beraber bakalım…
“Joe altmışlı yaşlarının başında ve demiryolu vagonlarının birleştirildiği Güney Chicago’da yer alan bir tesiste kaynakçıydı. Üç büyük karanlık ve hangar
benzeri yapı içinde Joe ile beraber iki yüze yakın işçi çalışıyordu ve kafalarının üzerindeki vinçlerle tonlarca ağırlıkta çelik plakalar taşınıyor, bir kıvılcım sağanağı içinde yük vagonlarının temeline kaynak yapılıyordu. Yazları içerisi fırın gibiydi, kışın ise bozkırın soğuk rüzgarları uğultuyla esiyordu.
Joe, Birleşik Devletlere beş yaşındayken geldi ve dördüncü sınıftan sonra okuldan ayrıldı. Otuz yılı aşkın zamandır bu tesiste çalışıyor ama hiçbir zaman ustabaşı olmak istemedi. Birkaç terfiyi reddetti ve basit bir kaynakçı olmayı sevdiğini, birilerinin patronu olmaktan rahatsız olacağını iddia etti. Tesisteki hiyerarşinin en altında olmasına rağmen herkes Joe’yu tanıyor ve herkes tüm tesisteki en önemli insan olduğunu kabul ediyordu. Müdür, Joe gibi beş kişi daha olsa bu tesisin sektördeki en verimli şirket olacağını ve iş arkadaşları da Joe olmadan atölyeyi hemen kapatacaklarını söylüyordu.
Bu ünün nedeni basit: Anlaşılan Joe tesisin faaliyetinin her aşamasında ustalaşmıştı ve şimdi bir gereklilik durumunda herkesin yerini alabilirdi. Dahası büyük mekanik vinçlerden küçük elektrikli monitörlere kadar bozulan tüm makineleri tamir edebiliyordu. Ama insanları en çok şaşırtan şey Joe’nun sadece bu görevleri yapabilmesi değil, bunları yapması istendiğinde bundan gerçekten haz almasıydı. Düzgün bir eğitim almadan karmaşık motorlar ve araçlarla baş etmeyi nasıl öğrendiğini sorduğumuzda Joe ikna edici bir yanıt verdi. Çocukluğundan beri her türden makineyle ilgileniyordu. Özellikle düzgün çalışmayan şeyler dikkatini çekiyordu: “Annemin tost makinesi bozulunca kendime sordum ‘Ben tost makinesi olsam ve çalışmasan sorunum ne olurdu?’ Sonra tost makinesini söktü, sorunu buldu ve tamir etti. O zamandan beri giderek artan karmaşıklıktaki mekanik sistemleri öğrenmek ve düzeltmek için bu empatik tanıma yöntemini kullandı ve keşfetmek cazibesini hiç kaybetmedi.
Joe hiçbir zaman işkolik olmadı, kendisini iyi hissetmek için fabrikanın neden olduğu güçlüklere bağımlı kalmadı. Evde yaptığı şey, belki de bu düşünce gerektirmeyen rutin işi karmaşık ve akış üreten aktiviteye dönüştürmekten bile daha dikkate değerdi. Joe ve karısı şehrin kıyısında mütevazı bir bungalovda yaşıyorlardı. Yıllar içinde evin iki tarafındaki iki boş arsayı da satın almışlardı. Bu arsalar üzerinde Joe teraslar, patikalar, yüzlerce çiçek ve çalıyla detaylı bir kaya bahçe inşa etmişti. Toprak altı sulama sistemleri döşerken Joe’nun aklına bir fikir geldi: Ya bunlarla gökkuşağı yaparsa? Bu amaç için yeterince ince sulama ucu aradı ama hiçbirisi onu tatmin etmedi, bu yüzden kendisi bir tane tasarladı ve bunu bodrum katındaki torna tezgahında yaptı. Gökkuşağını oluşturmak için yeterli güneş etkisini yaratacak projektör ışıkları buldu ve bunları püskürtücülerin etrafına dikkat çekmeyecek şekilde yerleştirdi. Şimdi işten sonra verandasında oturuyor ve tek bir düğmeye dokunarak bir sürü küçük gökkuşağına dönüşen bir düzine kadar püskürtücüyü harekete geçiriyordu.
Joe en kısır ortamlarda bile – en insanlık dışı çalışma ortamı veya otların bürüdüğü kenar mahallede – akış deneyimini yaratabilme becerisinin ne anlama geldiğine dair naif bir örnekti. Tüm demiryolu tesisinde Joe eyleme geçmek için zorlayıcı fırsatları algılayan tek insan gibiydi. Görüştüğümüz kaynakçıların diğerleri işlerini mümkün olduğunca çabuk bitirip kaçacakları bir yük olarak görüyorlardı ve her akşam iş biter bitmez fabrikayı çevreleyen sokakların her bir köşesinde sanki stratejik yerleşmiş barlara kaçıyor ve orada bira ve sohbetle günün sıkıcılığını unutuyorlardı.
Birileri Joe’nun hayat biçimini, iş arkadaşlarınınkinden daha fazla desteklemenin son derece ‘elitist’ olduğunu iddia edebilir. Sonuçta barlardaki insanlar da iyi zaman geçiriyor ve arka bahçeye çekilip gökkuşakları yapmanın zaman geçirmek için daha iyi olduğunu kim iddia edebilir ki? Elbette kültürel göreceliğin temellerine göre bu eleştiri haklı olabilir. Ama insan artan karmaşıklığa bağlı hazzı anlayınca bir daha bu tür radikal göreceliği ciddiye almaz. Çevrelerindeki fırsatlarla oynayan ve bunları dönüştüren insanların deneyimlerinin kalitesi, değiştiremeyeceklerini hissettikleri çıplak gerçekliğin sınırları içinde yaşamayı kabul etmiş insanların hazzından belirgin biçimde daha gelişmiştir. “
Aslında işin püf noktası son cümlede…
Fırsatlarla oynamak ve bunları dönüştürmek,
Hatta başınıza gelen kötü tecrübelerden de fırsatlar yaratmak, orada yakacağınız görkemli ateşin kıvılcımını görebilmek…
“Çalışmak; sadece nehirlerin üzerinde köprüler inşa ederek ve ya boş alanları ekerek çevremiz değiştirmez, aynı zamanda kişiyi de iç güdüleriyle motive olan bir hayvandan, bilinçi, hedef odaklı ve becerikli bir insana dönüştürür” diyor Prof. Dr Mihaly Csikszentmihalyi.
Bugün yaptığınız işi gözleriniz parlayarak anlatmak için akış sürecini işinize entegre etmeyi deneyin, dönüştürün, değiştirin, yaratın..