Selin Kılıç röportajı: Nuri Sevsem Gürvardar ile soru cevap
Nuri Sevsem Gürvardar
Eğitim Direktörü l Hikayeleştirme Danışmanı l Yazar
NURİ SEVSEM GÜRVARDAR’ın yolculuğu nasıl başladı, geleceğe dair fikirlerinizin neresindesiniz?
İkinci hayata dinleyicilerimizin kaçı inanır bilmiyorum ama ikinci hayat denen şey gerçek. En azından emekliler için. Benim yolculuğum da aslında ikinci hayatım dediğim emeklilikle başlıyor.
Yaklaşık 27 sene, okulları da dahil edersek 35 yıl TSK’da çeşitli kademelerde çoğunlukla yönetici/lider pozisyonunda hizmet verdim. Yurt içinde en meşakkatli ve zorlu coğrafyalarda bulunduğum gibi yurt dışında da gururla ülkemi temsil ettiğim görevler oldu. Bu süre zarfında pek çok tecrübe edindim, pek çok değerli insan tanıdım.
Emekli olduktan sonra açıkçası çok da aktif çalışan olmayı planlamıyordum ama kader eski bir arkadaşımla yolumu kesiştirdiğinde ve dostum bana “neden heybelerimizde biriktirdiğimiz bunca şey varken bir fayda yaratmaya çalışmıyoruz?” diye sorduğunda benim için yeni bir yolculuk, yeni bir macera başlamış oldu.
Biraz yakından bakınca günümüz iş dünyası ile muharebe alanının aslında birbirine çok benzediğini gördüm. Bizim Harp Okullarında öğrendiğimiz pek çok şeyin benim için yeni olan bu dünyada da bir karşılığı var.
Kriz yönetimi, liderlik, etkili iletişim, lojistik ilk aklıma gelenler. Ben bunların içerisinde kendimi yetkin gördüğüm konuları seçip tecrübelerim ve iş dünyasındaki karşılıkları ile birleştirince aslında yolum da yönüm de belirlenmiş oldu. Yeni bir yoldayım, doğru. Ama geçmişten getirdiklerim ve biriktirdiklerimle. Geleceğe dair fikrimse ilk gün kendime hedef olarak seçtiğim şeyle aynı: Tecrübe ve bilgi paylaşıldıkça büyür, fayda olur. Ben elimden geldiğince ve dilim döndüğünce bilgimi, birikimimi isteyen herkesle paylaşmaya çalışıyorum. Bir kişinin bile hayatına olumlu manada bir katkım olursa kendimce aradığım anlamı bulmuş olacağım.
TSK da geçen 27 yıl, bunun yanı sıra hem Türkiye’ de hem de yurtdışında iş ve yaşam tecrübelerinizi düşündüğünüzde en heyecan verici deneyiminizi sorsam, aklınıza ne gelir?
İnsan 27 sene üniforma giyince heyecan verici pek çok tecrübesi oluyor. Ama benim için en önemli tecrübe 1996 senesinde Bosna Hersek’te bulunmaktı. İç savaşın hemen akabinde bu olağanüstü güzel ülkede bir sene görev yapıp insanlarını yakından tanıma fırsatım olmuştu. İyi ve kötü kavramlarını en çok sorguladığım dönemdi. Ben de çok derin izler bırakmıştır.
Ne şanslıyım ki 2001 yılında tekrar gitmek kısmet oldu. Bu sefer de kolektif hafızanın aslında ne kadar zayıf olduğunu görüp çok şaşırmıştım. Savaş ve çatışma bölgeleri insanın tabiatı hakkında çok fazla gözlem yapmanıza ve dersler çıkarmanıza olanak verir. Doğru bildiğiniz pek çok şeyin aslında hiç de öyle olmadığını görür şaşırırsınız. Viktor Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabını haklı çıkaran çok fazla şey bulursunuz. Tabi bunun yanında savaşların anlamsızlığını da…
Askeri geçmişiniz ve yaşam tecrübelerinizi ‘Kuleli Akademi’ de topladınız. Blog yazılarınız, içerik üretimleriniz, eğitimleriniz ve hikayeleştirme üzerine parmakla gösterilen bir isim olmanız insanlar tarafından ilhamla takip ediliyor. Bu etkiyi yaratmanızın kaynağı nedir? Çalışmalarınız ile nasıl bir değişime öncü oluyorsunuz?
Öncelikle bu nazik sözler için teşekkür etmem gerek. Eğer gerçekten birilerine ilham olabiliyorsam, birilerinin ruhuna dokunabiliyorsam ne mutlu. Sanırım takip edenler veya çeşitli platformlarda bir araya geldiğim dostlarım yazdıklarımda, söylediklerimde samimi olduğumu hissediyorlar. Samimiyet üzerinde çok fazla konuştuğumuz ama pek de bulamadığımız bir şey bu günlerde.
Ben asla “şunu çok iyi bilirim” demiyorum. Sadece yaşadıklarımdan öğrendiğim hayat derslerini çok da nasihat gömleğine büründürmeden anlatmayı seviyorum. Bazen oğlumdan bahsediyorum, bazen bir bisiklet turundan, bir fincan kahveden. Ama hep hayatın içinde olan şeylerden. Hayat bizlere her gün yüzlerce eğitim saatinde keşfedemeyeceğimiz şeyler öğretiyor. Ama dikkate almıyoruz.
Biraz yavaşlasak, biraz kendimize uzaktan bakabilsek o kadar çok şey öğreneceğiz ki! Ben bunlara dikkat çekmeyi seviyorum. Alıntı yapmaktan, kopyalayıp yapıştırmaktansa hayatı anlatıyorum. Belki büyük bir değişimin öncüsü değilim ama yapmaya çalıştığım şey hep ısrarla vurguladığım “anlam” arayışı konusunda ufak da olsa bir farkındalık yaratmak.
‘HİKAYE ANLATICISININ YOLCULUĞU’ uzun zamandır sizden kitap bekleyen benim gibi takipçilerinizi oldukça heyecanlandırdı. Biraz hikayelerden ve kitabınızdan bahseder misiniz? Sırada bizi nasıl çalışmalar bekliyor?
– Açıkçası ben sizden daha çok heyecanlıydım son iki haftadır. Hala kitapçılara girip rafların arasında kitabımı bulmaya çalışıyorum. Sosyal medyada yorum arıyorum, listelere bakıyorum. Yani ilk şoku atlattığım söylenemez.
Aslına bakarsanız Mart ayında Hikaye Anlatıcısının Yolculuğu raflara çıkmaya hazırdı. Ne var ki araya pandemi girince ve insanların öncelikleri değişince yayıneviyle görüşüp biraz ağırdan almaya karar verdik. Yani sizleri biraz da elimizde olmayan sebeplerle bekletmiş olduk. Sonuçta 15 Eylül gibi önce dijital satış kanallarında bir iki gün sonra da raflarda yerini aldı.
Ben yaklaşık yirmi senedir Hikayeleştirme, nam-ı diğer storytelling ile ilgileniyorum. Yazmayı ve konuşmayı seven biri olarak ilk duyduğum andan beri ilgimi çeken bir konuydu. Biraz üzerine gidip kendimi geliştirmeye karar verdiğimde üzülerek gördüm ki konu ile ilgili yerli bir kaynak bulmak neredeyse imkânsız.
İşin daha da acı olan kısmı storytelling kavramına pazarlama ve satış profesyonellerince el konulmuş olması. Tamam, hikayelerin pazarlamada, markalamada veya satışta inanılmaz bir katma değeri var ama iş bununla sınırlı değil ki? Bugün kafanızı çevirdiğiniz her yerde hikayeler var. Eğitimde bir metodoloji olarak varlar…
Siyasetin zaten vazgeçilmezi hikayeler… Verinin anlamlandırılmasında büyük bir ihtiyaç… Geleceğin İK profesyonelleri gerek kurum içi ve gerekse meşhur Z kuşağını ikna edebilmek için hikayeleri kullanmak zorunda…
Şirket içi veya dışı kültürün olmazsa olmazı hikayeler… Sanata girmiyorum bile. Birincisi konu ile ilgili bir referans ortaya koymak ikinci olarak da bu yanlış algıyı değiştirebilmek için yazmaya karar verdim. Aslında konunun derinliği inanılmaz ve kitapta da belirttiğim gibi buna bağlı birçok çalışma yapılması mümkün.
Ben en azından bir giriş yapmış oldum. Devamında hikayeleştirmeyi çeşitli başlıklarda ayrı kitaplar haline getirmek mümkün. Ama benim şimdiki projem biraz da yerli, bizden hikaye anlatıcılarına yakından bakmak. İş, sanat, eğitim gibi farklı dünyalarda iyi hikayecileri bulmaya ve tanıtmaya çalışacağım.
Teknolojik gelişmelerin doğrultusunda bugün içinde bulunduğumuz dünya hakkında yorumlarınız ve gelecek için öngörüleriniz nelerdir?
– Ben geleceği şekillendirme iddiasında olanlardan değilim. Hani hep duyarız ya “geleceği tahmin etmenin en kolay yolu onu şekillendirmektir” diye. Yaşadığımız pandemi bu tip düşüncelere bir nevi “nanik” yaptı.
Bir de teknolojinin etik kısmına çok fazla takılıyorum sanırım. Elimden geldiğince güncel gelişmeleri takip ediyorum ve üzülerek asıl noktadan uzaklaşmakta olduğumuzu görüyorum. Teknoloji hayatı sadece insanlar değil, tüm canlılar ve üzerinde yaşadığımız dünya için kolaylaştırmalıydı. Ama öyle bir noktaya geldik ki, maalesef üzülerek teknolojiye bağımlı olan bir insanlık görüyorum şu sıralar.
Dijital ayak izlerimiz her yana dağılmış vaziyette. Birileri bu izlerden yararlanarak yeni hikayeler yazma derdinde. İyi veya kötü. Mahremiyetimizi gönüllü olarak dijital baronlara teslim ediyoruz. Bakın çok ilginç bir şey var. Avcı toplayıcı toplumun hükmü on binlerce yıl sürmüş ve ardından binlerce yıl süren tarım toplumu gelmiş. Ardından sanayi toplumu yüzlerce yıl devam etmiş ve şimdi bilgi toplumu daha yüz yaşını bile görmeden yeni bir yere evriliyor.
Periyotlar git gide kısalırken insan sormadan edemiyor: Sırada ne var? Dikkat ederseniz her bir toplum bir öncekinin kaynaklarını tüketmek üzerine var olmuş. Tarım toplumu avı ve herkese ait olan daldaki yemişi yok etmiş. Sanayi toplumu toprağı kirletmiş. Bilgi toplumu sanayii “distrupt” etmek derdinde. Demek ki bilginin de hükmü bitecek bir gün. Bilgi elbette ki önemli ama ben bilgeliğin baki kalacağına ve bir sonrakinin anlam toplumu olacağına inanmak istiyorum. İşte o zaman geldiğinde hikayelerin değerini de daha fazla anlayacağız.
Son olarak, kendini geliştirmek isteyen takipçilerimiz için önerilerinizi sormak isterim…
– Ben her şeyin basit bir “neden?” sorusu ile başladığına inananlardanım. Büyük fikirler, olağanüstü buluşlar veya büyüleyici sanat eserleri… Hep bu basit soru ile ilhamını aramıştır. Herkese çok ama çok meraklı olmalarını ve büyük sorular sormaktan asla korkmamalarını tavsiye ederim.
Bilginin bile haplaştığı ama bizlerin prospektüsü okumaya dahi vaktimizin olmadığı zamanlarda yaşıyoruz. Oysa çoktan hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını öğrenmiş olmalıydık.
O yüzden hep sorgulamalı ve asla sorgulanmaktan korkmamalıyız. Eğer bunu yapabilirsek doğru kaynağı nasıl olsa bulabiliriz. Yoksa şunu okuyun, bunu izleyin, şu rapor ne de eşsizmiş gibi şeyler çok da anlamlı gelmiyor bana. Büyüklerimiz “aklın yolu bir” demiş.
Sonuçta herkes doğrusunu bulur, yeter ki aklımızı kullanmaktan imtina etmeyelim. E tabi, bir de bolca hikaye anlatın birbirinize. Hikayelerinizi paylaşmaktan asla çekinmeyin. Birilerinin sizin anlatacağınız bir hikayeye ihtiyacı olduğunu unutmayın.