DOLAR 32,3817
EURO 35,0288
ALTIN 2326,566
BIST 9142,4
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Neden hep yanlış insanları kendime çekiyorum?

Neden bir birlikteliğim yok? Neden hep yanlış insanları buluyorum ve ilişkilerim yürümüyor? Neden evlenemiyorum?

Hep mi aynı şeyleri yaşayacağım? Hep mi yanlış insanlar beni buluyor? Bunları düşünerek üzülebiliyor ve kimi zaman sevmekten soğuyabiliyor, güven duygusunu yitirebiliyor insan… Aslında tüm yaşananların bir sebebi var. Kimi zaman sonuçlarını düşünmeyerek çok istediğimiz bir insanın, bir olayın bazen bize gelmiyor olabilmesinin sebebi; belki de daha hayırlı olduğu için olmamış/olmuyor olması…
Peki, hayatımıza doğru insan hiç mi gelmeyecek? Doğru insan ne zaman gelir?

İnsan kendiyle mutlu olabildiği ve kendi içinde, kendi hayatında yaşadıkları ve yaptıkları ile doğru olabildiği zaman, aşk ve ilişkilerde takıntı yapmadığı ve akışına bıraktığı zaman, hayatını sadece aşktan gelecek mutluluğa bağlamadığı zaman, aramadığı zaman gerçek aşk gelir ve onu bir şekilde bulur.

Mutlu bir hayat yaşamak, kendiyle mutlu olabilmek için evlilik ya da bir insanın erkek/kadın varlığı bir şart değil… Elbette olması güzel olabilir, hele ki iki tarafın da keyif aldığı, her şeyi paylaşabildiği, varlığından heyecan duyduğu bir beraberlik ise, ama olmuyorsa ya da olamıyorsa da takıntı yapıp hayatını zindan etmek ve hayatın güzelliklerini yaşayamadan es geçmek sadece giden zamanın düşmanı… O zaman biraz kendi içine dönmeli insan… Neden olamıyor bu sorunun cevabı belki de insanın kendi içinde gizlidir.

Ne zaman ki kendinizle uğraşmaya, kendinizi geliştirmeye ve kendiniz için yatırım yapmaya başlıyor, hedefler koyuyor ve bu hedeflerin coşkusu ve her güne katacağınız birçok şey olduğu heyecanı ile her sabah uyanmaya başlıyorsunuz, işte o zaman hayata yüklediğiniz anlamlar da değişebiliyor. Kendini sevmek kadar, dengede kalabilmek de kişinin kendisine çektiği kişilerde etkili olabiliyor; benzer benzeri çeker misali.

Kendi içinde mutlu olamayan ya da enerjisini olumlu beslemeyen bir insanın çevresine yaydığı enerji pek de pek de güçlü olmayabilir. Kişi kendini mutlu ve özgür hissedebileceği çeşitli uğraşlarla beslediğinde ve bunları düzeli yapmaya başladığında içsel enerjisini yüksek tutabilmesi de mümkün. Örneğin; dans etmeye başlamak, yazı yazmak, resim yapmak, fotoğraf çekmek gibi değişik hobiler kazanmak (spor, sanat aklınıza ne gelirse…), tiyatroya gitmek, kafanızda ürettiğiniz fikirleri projeye sonra da gerçeğe dönüştürebilmek… Aile ile daha çok vakit geçirmek, arkadaşlara daha çok vakit ayırmak, daha sosyal olabilmek…

İnsan kendiyle uğraşmaya, kendini daha çok geliştirmek için merak duymaya, bir fikrini projeye sonrada gerçeğe dönüştürebilmeye bir alışıp bağlandı mı başkalarında aramamaya başlıyor mutluluğu… Ya da hayatın anlamına birilerinin varlığına bağlayarak yaşamamaya… Kısaca mutluluğun kaynağı sadece başka insanlarla sınırlı değil. Mutluluk ya da hayatın anlamı tek bir insana yüklediğimiz anlamda değil; öncelikle kendi var oluşumuza yüklediğimiz anlamda… Birilerine bir sorunun mu var ya da neden mutsuzsun diye sorsanız: hep onun yüzünden cevabı çoğunluktadır. İnsanlar hep başka birilerine yükledikleri anlam yüzünden acı çekiyorlar kimi zaman…

Kendisini seven insan bir başkasına da gerçek anlamda bu sevgiyi verebilir. Kendisiyle mutlu olmayı başarabilen insan bu mutluluğu başkalarına verebilir.Kendi içinde tam ve bütün olamayan bir kişinin, birilerinin gelip onu tamamlamasını beklemesi kimi zaman hayalkırıklığından öteye gitmemekte. İnsan kendini besledikçe, kafasında büyütüp takıntı yaptığı diğer konuların gücünü hafifletebiliyor. Gerisi de zamana ve akışa bırakmak…

Her sevgi değer vermeyi bilmez. Elbette biz insanların çoğunluğu sevdiğimiz kadar sevilmek ya da verdiğimiz değer kadar değer görmek isteriz. Ama bu çok da mümkün değil… Çünkü her insanın yaradılışı farklı… Bunu kabullenmediği sürece insan ne aşk, ne iş, ne de sosyal hayatta rahat edemiyor: hep kendisi gibi birilerini bekliyor etrafında…Bulamayınca da umutsuzluğa düşüyor. Kendimizi değersiz hissetmeye başladığımız anların çoğu: yaşanan ilişkilerin sonucunda ortaya çıkıyor. Bu bir duygu ama bu geçici duygu dalgalanması insanı değersiz olduğunun gerçeği değil, sadece ilgisizlik gördüğü, sevdiği kadar sevilmediği ya da ilgi gösterdiği kadar ya da hiç ilgi görmediği bir ilişkiden çıkmışlığın verdiği geçici bir duygusal yük üstüne yüklediği…Halbuki; her insan kendince değerlidir eğer bir an bile kendini değersiz hissetmiş ise bu karşınındakine ona değersiz hissettirme fırsatını verdiği için de olmuş olamaz mı?

İnsan kendini sevdiğinde ve kendiyle barışık olduğunda, kendini başka yönlere odakladığında eğer kısmetinde varsa aşk da sevgi de gelip onu buluyor. Ne zaman takıntı yapıyor, üstüne gidiyor genelde sonuçlar başarısız… Korku dolu ya da aşırı beklentili enerjisi ile kendine gelecek kişinin gelişini de yavaşlatıyor belki de…

 

Aynı tarzdaki beraberlik modelini, farklı insanlarla yaşamanın ve sonucun çoğunlukla başarısız olmasının sebepleri:
Belki de en büyük sorun bir ilişkiden ne beklediğimizi tam olarak düşünmeden bir ilişkiye başlamamız kimi zaman… Başlangıçta pembe gözlüklerle baktığımız insanlar neden bir süre geçtikten sonra farklı gelmeye başlar.Aslında o insan başta da, sonda da aynı insandır. Tek fark bizim ilk başta duyduğumuz heyecan ya da o kişiyi eşsizleştirdiğimiz inancı ile net olarak göremeyişimiz ya da görmek istemediğimizdir gerçek olan… Çokça duyulur şu sözler: ama başta böyle değildi, çok değişti. Belki de değişmemiştir; bizim bakış açımızdaki fluluk aydınlanmıştır ilk sarhoşluğumuz geçince…

Aynı tarzdaki beraberlik modelini, farklı insanlarla yaşamanın birinci sebebi; ne istediğimizi belki bilmiyoruz, ikincisi bazen öyle bir duygusal açlıkla başlıyoruz ki bir ilişkiye; vermemiz gerekenden aşırısını veriyoruz karşı tarafa-dengeyi kurmanın gizemini unutuyoruz, daha ilk günden ilgimizle boğuyoruz.

Üçüncü sebep; her insanın farklı yaradılış ve yapıda olduğunu anımsamıyor, herkesin bizim gibi olamayacağı detayını kaçırıyor sonra da hayal kırıklığına uğruyoruz. Bir ilişkinin sağlam ilerlemesindeki en büyük sorun; karşı tarafın karakter yapısını değiştirme çabasının rafa kaldırılamaması… Elbette ki farklı bakış açıları paylaşılarak ortak bir noktayı seçmek mümkün… Ama karakter yapısı; burada biraz sınırları zorlamamak lazım gibi geliyor bana…

İlişkilerde sonucun başarısız olması için dördüncü sebep; bilinciniz bir insana bağlanmak isterken, sizin bilinçaltında farkında olmadığınız bir bağlanma korkusu yaşıyor olmanız. Belki de siz bilinçaltınızdaki bu korkunun enerjisini karşınızdaki kişiye yaydınız ve o da hissetti; kendi bilinçaltı ile. Bilinçaltları birbiri ile telepatik bağ kurabilir. Madalyonun diğer yüzü; bağlanma korkusu karşınızdakinde de belki var.

Beşinci sebep; geçmiş ilişkilerin etkisinden kurtulamamak. Unutamamanın dışında, içte biriken öfke, yapılan haksızlıkların verdiği travma ya da birçok psikolojik etken diğer yaşanacak ilişkilerde de ön yargı oluşturabiliyor. Kişi içinde biriken kötü enerjiyi dönüştürmediği ve kaygılarını ön planda tuttuğu sürece, kendisine daha önce yaşadığı başarısız ilişki modelini ya da yanlış kişileri ve kaygılarını hayatına çekmeye devam edebilmekte.

Altıncı ve bence en baskın sebeplerden biri; muhtaç enerjisi yaymak ve varsa bilinçaltı tarafından kodlanmış kaybetme korkusu, değersizlik korkusu, yalnız kalma korkusu, hak etmeme korkusu, sevilmeme korkusu, terk edilme korkusu… Bu korkulara sahip insanlar kendilerine bu korkuları aynalayacak aynı tip insanları kendine çekebilmekte. Ta ki, bu korkularının farkına varıp, korkularını dönüştürünceye kadar. Madalyonun diğer yüzü; bu korkulardan biri ya da birkaçı karşınızdakinde de belki var. İki tarafın korkuları birbirini aynalıyor.

Diğer bir sebep de; beklentiler üzerine kurulabilen birliktelikler ya da farklı beklentiler üzerine kurulmaya ve sürdürülmeye uğraşılan ilişkiler… Bir taraf evlilik düşünüyor, diğer taraf düşünmüyorsa; ve sizin hedefiniz evlilik ise? Zamanla ilişki ilerledikçe bu beklentiniz iyice açığa çıkmaya başladığında karşı tarafa farkında ya da farkında olmadan yapılan baskılarla sonunda biten ilişkiler gibi…

Bir insanla doğru iletişim kurabilmek için unutulmaması gereken en önemli kriter empati kurmak. Aradığımız gibi bir partneri kendimize çekebilmenin en güzel yöntemi: aradığımız partner niteliklerini kendimizde de taşıyor muyuz sorusuna verebildiğimiz cevap… İlk tanışma sonrası bir ilişkiye başlamaya karar verirken belki de dikkatimizi çeken şey; karşı tarafın kendimize benzer yanlarını fark etmiş olmamız. Çünkü onlarla daha kolay ve rahat bağlantı kurabiliyoruz, yanlarında kendimiz gibi olabiliyor ve rahat hissediyoruz. Zaten yanında “ben” olamadığımız insanları baştan eliyoruz kimi zaman…

Peki, güzel başlayan bir şeyleri nasıl ilerletiyoruz? Başladığı gibi sürebiliyor mu? Yoksa verilen emek ve zamandan sonra elimize kalan düş kırıklıkları mı? Bunda karşı tarafa yüklediğimiz pay yanında, bizim payımız acaba nedir?

Dilimizden düşmeyen üç kelime: doğru insan kalmamış… Doğru insanlar inanın hala var; sadece doğru yaşanamayan ilişki yapıları en büyük engel… Umutsuzluğa kapılıyoruz kimi zaman; ne zaman o doğru insan çıkacak ki bekleyişlerimiz? İlişkilerimizdeki en büyük sorunumuz doğru insanı arayışların yanında bu bekli de; çözüm bekleyen: ilişkilerin iç dinamiğinin yapısına katılanlar… İlişkilerimizin yapısında yürümeyen şeylerin farkındalığına varmak ve yürümeye engeller neler ise biraz kendi içimizde değiştirilebilme çabası olabilir mi?
Doğru insan kriterimiz karşımıza çıktığında, doğru ilişki dinamiğini karşılıklı yakalayabilmek… Yürüyebilen sağlıklı ilişkilerin sürdürülebilirliğin sırrı belki de budur. Eğer mutlu ve devamlı bir ilişki isteniyorsa önce insanın kendisini tam olarak çözmüş olması çok önemli: ben ne istiyorum, bir ilişkiye ne katabilirim, karşı tarafın duygusal gereksinimlerini nasıl karşılayabilirim, uyumlu bir beraberlik kurabileceğim yapıda bir insan mı, ben ona uyum sağlayabilecek miyim?

Aranan sevgi, güven duygusu aslında insanın kendi içinde. Sadece başka insanlardan beslenilen sevgi de değil. Hayatın tek anlamı; hayatında bir başka insanın olması da değil. Önce kendisinin en iyi arkadaşı olmayı denemek. Kişinin enerji frekansı olumlu yükselttikçe, kişi muhtaç enerjisinden çıktıkça ve varsa bilinçaltı tarafından kodlanmış kaybetme korkusu, değersizlik korkusu, yalnız kalma korkusu, hak etmeme ve sevilmeme korkusu gibi korkularını temizledikçe zaten onun değerini bilecek, sağlıklı bir ilişki yaşayabileceği türde insanlar zamanla gelmeye başlayacaktır.

Karşımıza gelenlerde hiç mi suç yok? Evet, belki de ya da kesinlikle onlarda da bu anlattıklarımın hepsinden bir şeyler mevcuttur. Bu hayatta hiçbir şey tek tarafı da değil, değil mi?

 

Yeşim Buyurgan
Kişisel Gelişim Uzmanı, Eğitmen


YORUMLAR

Solve : *
28 + 3 =


Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.