İzle kendini, Tv’de kaçırmadığın diziyi izler gibi
Çünkü duramıyorsun. Boş duramıyorsun. Çünkü boşlukta düşünceler üşüşüyor başına ve çoğunluğu durup da bakmak istemediğin, seni rahatsız eden cinsten düşünceler. Sen diye konuştuğuma bakma, bende de var, zaten öyle olmasa nereden bilip de anlatacağım bunları.
İçinde bir ses var, bazen iç sesin, bazen egon, ayırt etmesi ne mümkün hangisi hangisi diye. Ayırt edemeyince kıs sesini gitsin. Kolayı bu sanıyorsun. Bilsen ki bazen zoru seçmek kolaya kaçmaktan daha kolay. Ne büyük çelişki. Sesi duymaktan kurtuldun hadi, ama o içerde kısık sesle konuşuyor hala, susmuyor ki, peki nereye gidiyor o sesler yani düşünceler? Bilinçaltına… Gönderme oraya, hatırla buzdağının görünen kısmını, minicik, aşağısı ne kadar derin bir de onu hatırla… Gönderme bilinçaltına… Aç sesi, dinle. Yüzleş. Neyse ne. Sadece farkında ol, kabul et. Değiştirmeye çalışma. Bırak, kendi zamanla değişecek. Değişmezse de kabul et kendini ve diğer her şeyi, herkesi, tam da olduğu gibi, ne de keyifli… Ama sesi açman için önce durman lazım. Durman ve hayatını bir durdurman lazım.
Milan Kundera’nın dediği gibi ‘yavaşlık hatırlatır, hız unutturur’ Çünkü unutmak istiyoruz. Neyi? Belki de en çok kendimizi…
Bağımlısın. Sadece durmamak için. Sabah kalktığın andan gece yastığa kafayı koyana kadar diyecektim ama vazgeçtim, yastığı kafaya koyduğunda da ya telefonla oynuyorsun, ya televizyon izliyorsun ya kitap okuyorsun. Seni bilmem ama kimisi televizyon açık uyuyor. Uyku da bile kendini değil dış dünyayı duymak istiyor. Hep dışardasın. İçerisi umurunda değil. Mutsuzsun, dışarıdan biri ya da bir şey suçlu. Mutlusun yine dışarıdan birinin ya da bir şeyin sayesinde. Bağımlısın, dışarıya. Mutluluğun özgür sanma. Değil.
Etrafın uyarıcı dolu, ama seni uyarmıyor bunlar, uyandırmıyor da, tam tersi giderek daha da uyutuyor, uyuşturuyor. Televizyonla cep telefonunun ne kadar kötü alışkanlıklar olduğunu duymaya alıştın da kitap okumak neden bu kategoride diyeceksin. Aslında mesele neyi, niye ve ne kadar yaptığınla ilgili. Sen kitabı durmamak için okuyorsan, yine kendini uyuşturuyorsun, durup bakmak istemediğin şeylerden kaçınmak için kitaba gömülüyorsun. Düşünsene, kendi dünyanı bırakıp başkalarının dünyalarında kayboluyorsun, kendi sesini duymamak için başkasının sesini okuyorsun, ya da televizyonda izliyorsun. Her hafta aynı günde ve aynı saatte, dizi olarak. Bazen sıkılmadan tekrarını bile izliyorsun, kendi hayatını durup bir kere bile dışarıdan bir seyirci gibi izleyemezken, belki de izlemeye tahammül edemezken. Daha kötüsünü de söyleyebilirim, buzdolabının içinde yaşıyorsun, akşamları gittiğin spor salonunun kapısını sen kilitliyorsun, her gece arkadaşlarınla bir balıkçıda bir büyüğe danışıp sorduğun soruya yine cevap alamıyorsun ya da alkollü kafayla aldığın cevabı yanlış anlıyorsun. Hafta sonu geliyor, sabah bruncha gidiyorsun, oradan çıkıp üniversite arkadaşlarınla Reunion toplantısına, akşama doğru bir fırsat yaratıp aileden bir iki kişinin gönlünü alıp hoooop gece alemlere akıyorsun, tek mekan kesmiyor oradan oraya sekiyorsun, ve bu sekmelerin bu yaşta bile cool göründüğünü sanıyorsun. Sosyal medyada da check in yapıp altına da ‘ne kadar da keyifli bir gece’ yazdın mı tamam, işlem tamam.
GERÇEKTEN Mİ? Ne kadar keyifli, bana anlatsana merak ediyorum. Sabaha karşı 5’te eve geliyorsun. Gelmeden mutlaka ıslak hamburger atıyorsun iki tane. Pazar kalkıyorsun öğlen en erken 12’de. Hemen en sağlıksızından bir kahvaltı, sonra hemen bir film koyuyorsun. Dışarı çıkacak halin yok. Miden diyor ki sen çıkacaksan çık ben evdeyim bugün. Koydun filmi, yine duramadın. Sonra telefonlar geliyor üst üste, ne içtik, amma çok içtik, nasıl da içtik, kaç tane içtik… Konu bu. Sonra spora. Günah çıkarmaya. Niye? Fit olacaksın çünkü. Harika. İyi de dışardan fitsin diyelim, içerde kalbinin etrafı yağ bağlamış, oraya erişilemiyor, napcaz, sonra tekrar mı arayalım? Biliyorsun işte… Anladın. Uzattırma konuyu bana. Hafta arası ayrı bir koşturmaca. Ev, iş, çok yoğunum, çok yoğunum. Sanki yoğun olmak eşittir çok değerli olmak. Akşam spor, arkadaşlarla yemek. Belki bir iki popüler kurs, bir iki hobi. Ne zaman duracaksın merak ediyorum?
Dur. Önce dur. Bırak elinde ne varsa. Durdum de. Üç beş nefes al, al ki o anda yaşadığını fark et. Kafanın içinde değil hayat dediğin, o an aldığın nefeste. Neredeysen orada. Nefes alış verişini bile tanımadığını fark edeceksin. Sonra gözlemle kendini. İlk başta fiziksel gözlemlerle başla. Bunlar sırf pratik olsun diye. Mesela bilgisayarda yazı yazarken parmaklarını izle. Yürürken çapraz kol, çapraz bacak hareketlerine bak, değiştirmeye çalış, aynı kol aynı bacak yap. Olmasın bir türlü. Eğlen kendinle. Bil ki andasın bunları yaptığını gözlemlerken.
Sonra bırak fizikseli, içinde neler oluyor onu gözlemle. Zihninden geçen düşüncelere bak. Çoğunun olumsuz olduğunu göreceksin, hep olmasını istemediğin şeylerin hayalini kurduğunu fark edeceksin, ya da kâbusunu kurmak mı demeli acaba… İzle kendini, Tv’de asla kaçırmadığın diziyi izler gibi, her hafta belirli bir günün belirli bir saatini ayır bu iş için. Kendini izle bu kez. Bakalım senin hayatının dizisi dram mı komedi mi…Hatta bakalım tekrarını izlemek isteyecek misin?
Arada kendine şans ver, canın sıkılsın bir. Kaçma can sıkıntısından. Can sıkıntısı candır. Dur. Sıkılsın canın. Ohhhh. Özlemişindir belki de canının sıkılmasını. Ne zor değil mi canının sıkılmasına izin vermek… Can sıkıntınla kalmak, onu seyretmek, kendiliğinden geçsin diye beklemek. Elinin altında birçok emzik varken hem de… Sen genelde hangi emziğini atıyorsun ağzına? Çok mu kilo aldın yoksa son zamanlarda? Ağlaman duruyor mu peki sonra? Ne kadar süre için? Sonra sırada hangi emzik var?
Dur. Birine her kızdığında dur… Niye kızdım de.. Kırıldın mı en yakın arkadaşına, sor kendine neden de? Bil ki hepsi seninle ilgili. Durursan bilirsin zaten. Sende bir reaksiyona sebep olan her şey, istisnasız her şey bir şey işaret ediyor sana. Avaz avaz bağırıyor kalbin hisler aracılığıyla. Duymuyorsun. Dikkatini çekmeye çalışıyor. O dikkatini çekmeye çalıştıkça sen dikkatini dağıtıyorsun onla bunla. Ben kendime hep şunu diyorum ‘mal mal bakma Arzu hayatındaki insanlara, iyi bak, otur da bak, dur da bak’. Bakarsan göreceksin.
Eline ‘sus’ diye dövme yaptırmış bir arkadaşım var benim. Durumun o kadar farkında. Susamadığımızın, hep reaksiyon verdiğimizin, etkiyle tepki arasında azıcık durup, azıcık susabilmenin ne büyük faydası olduğuna aymış, elinin tam da görebileceği yerine kocaman sus yazdırmış. Belli ki denemiş denemiş olmamış, o anlarda hatırlayamamış durmayı, susmayı, dışarıda ne oluyor kısmına değil, içeride ne oluyor kısmına bakmayı… Sonunda eline kazıtmış hatırlatmayı.
Çok denedin olmuyor. Duramıyor musun, susamıyor musun? Suçlama kendini, bu sefer de niye susamadım, niye duramadım diye bir dur ve sor kendine. Ama kendini suçlamak için değil, gözlemlemek için. Hep dur. Nerede durabilirsen orada dur. Geç de olsa dur. Önceleri geç kalırsın bazı şeylere, ama sonra durup neden geç kaldığına baktıkça kendinle ilgili öyle bir şey bulursun ki, bingo. İpin ucu kaçtı mı mesela? İpin ucu kaçtı artık yapacak bir şey yok dediğin yerde dur. Niye ipin ucu kaçtı diye sor kendine. Neden yapacak bir şey yok dediğine bir dön bak. Didik didik et. Cevap gelecek.
Şimdi sen bana sinir oldun, içinden bana giydiriyor musun? Birinci Çinko!
Bir daha bu kızın yazılarını asla okumam mı diyorsun? İkinci Çinko!
Bir de gidip her yerde beni gömecek misin kötü kötü konuşup hakkımda? Tombala canım tombala!
Bu arada ben bunları sana söylüyorum sanma. Aslında ben kendime kendimi anlatıyorum. Bilesin..
Bu yazıyı sevene not; Doğaya bak. Dur da bak. Koşarken değil. Git ormana ama bu sefer koşmaya değil. Durmaya. İzlemeye. Kalbinin yağlarını eritmeye. Doğada her şey ne kadar çabasız, kendiliğinden ve zamanı gelince. Kuş dala güvenmiyor mesela, kanatlarına güveniyor…
Çiçek kendiliğinden açıyor. Zamanı gelince. Toprağı yeterli ısıya ulaşınca, yapraklarına iyi gelecek ışığı bulacağında… Açacağı güne kadar duruyor, endişe etmiyor açabilecek miyim diye…Güveni sonsuz açacağına…Açıyor, kapıyor, dönüşüyor, direnmiyor, hayatla birlikte akıyor. Köpek sadece bugün yiyeceğinin derdinde, yarın ne yapacağını düşünmüyor, dün yediğinden pişmanlık duymuyor, sahtelik yok, kızınca ısırıyor, sevince kuyruğunu sallıyor. Doğa gibi ol… Kendiliğinden..
Doğayla kal…
Arzu Özen
YASAL UYARI
Burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.