Tiroid sıklığı!
“Ateş düştüğü yeri yakar.” diye bir söz vardır. Çoğunluğumuz farkında olmadan bu lafa uygun vaziyette davranırız. Şikayetimiz olmadığı sürece kendimizi sağlıklı zannetme eğilimimiz vardır. Ancak şikayetleri hissedince kendimizi hasta olarak nitelendirmeye başlarız.
Konumuz bu olmamakla birlikte bu duruma da birkaç cümle ile değineyim. Sadece olayın başlayışı ve bitişi arasında bir zaman farkı olduğunu biliyor ve süreç denen bir kavramın da farkında isek anlamamız gereken durum şudur. Hastalıkların da başlangıcı ile fark etmemiz arasında geçen bir süre vardır. Bu süre bir hastalıktan diğer hastalığa değişir ve 10-15 yıl dahi olabilir.
Bunun anlamı şudur. Şikayetiniz olmadığı zaman bile hastalık başlamıştır ve bu dönemi check up ile bile tespit edemezsiniz. Zira check up bu dönemin sonuna doğru, 1-2 yıl kala ama 12-14 yıl sonra durumu gösterebilir.
Şimdi asıl konumuza dönelim. Siz veya yakınlarınızda olabilir veya olduğunu da bilmiyor, olabilirsiniz ama halk arasında guatr adıyla bilinen tiroid hastalıkları gittikçe daha sık görülmektedir.
Burada sıklıkla gördüğüm bir yanlışlığa da değineceğim.
Tiroid bezinin kabaca 2 grup hastalığı vardır. Birisi anatomik ya da morfolojik diyebileceğimiz büyüklüğü ve yapısı ile ilgili, guatr ve nodüllerdir. Diğer grup da tiroid bezinin fonksiyonu denilen çalışma durumunu gösteren hastalıklardır ki, bunlar da hipotiroidi denilen az çalışması ve hipertiroidi denilen fazla çalışmasıdır.
İşte tam bu noktada da sıklıkla yapılan hatalar zinciri ortaya çıkıyor. Öncelikle hastaları bir gruba sokma eğilimi beliriyor. Bu çok yanlış olmamakla birlikte yetersiz kalıyor. Mevcut olan şikayetler bir kenara alınıyor ve hastanın durumu laboratuvar bulgularına göre değerlendiriliyor. Kan bulgularını yükseltmek veya düşürmek için ilaçlar veriliyor ve kan değerleri laboratuvar referans değerlerine getirilmeye çalışılıyor. Bu durum başarılsa bile hastadaki yakınmalar düzelmiyor ve çoğu kişi yeni durumu farkında olmadan kabullenerek, “Demek doğrusu bu şekildeymiş.” diyor. Böylece normalin ne olduğu konusundaki algıları dahi bozuluyor.
Oysa düzeltilmesi gereken ilk nokta kan bulgusu değil, öncelikle hastanın durumu olmalıdır.
Bu uyumsuzluğunu nedenin anlatmadan önce sizlere bir örnek oluşturayım. Musluğu açık bıraktığınızı ve lavabonun taştığını düşündüğünüzde, musluğu kapatınca her şey düzelmediğini fark etmiş olmalısınız. O zamana kadar akan suyun şiddeti ve süresine bağlı olarak akmış olan su miktarı da değişiklik gösterir ve musluğu kapatsanız bile yakınmalar devam eder. Burada da benzer durum var. Tetkik sonucunu normal döndürseniz bile şikayetler devam ediyor.
Bunun günümüzdeki en büyük nedenini söyleyeyim. İnsülin direncini bilirsiniz. Buna benzer şekilde tiroid hormon direnci de artmaya başladı. Bunun da en büyük nedeni bütün hastalıklarda ortak bulgu olan hücre zarı bozukluğu ve manyetik alanın kaybıdır. Hücre zarı ve manyetik alanlara girince sorunun kan dolaşımı ile yakından ilgili olduğunu görürsünüz. Bu da yediğimiz gıdaların içinde olması gereken mikro besinlerin olmaması veya eksikliğidir.
Dolayısı ile şikayetlerinin devam ettiğinin farkına varan kişilerin yapması gereken en önemli hareket kan bulgularının değerlendirilmesini referans aralığına göre yapmayan ve hücre zarının durumuna göre planlayan kliniklere başvurmasıdır.
Yapılması gereken hücre zarının yanlış yanıt vermesine neden olan mikrobesin eksikliklerini tamamlamak, kan dolaşımını düzeltmek için gerekli olan faktörleri düzenlemek ve hücreleri antioksidanlar ile korumaya almaktır.