“8 Mart” olmayan diğer “364” gün
Bir günün veya mekanın “özel” olması demek mantıken bu işaret edilen günün dışında kalan günlerin “özel” olmaması anlamına gelir. Bugüne özel atfettiğimiz, bugünle aynileştirdiğimiz her eylem, düşünce, davranış söz konusu “özel olan” günün dışındaki günlerde kendisine varlık kazandıramaz. Bu bağlamda kadınlar gününe atfettiğimiz her türlü “şey”, kadınlar günü olmayan günlerde olmasa da olur niteliğine bürünür.
Bu “özel” olma durumu, özünde riyakarlık ve ikiyüzlülük üretmekten öteye geçemez. Bu “özel” günler, tarihte her zaman iktidarların mevcut iktidarlarını meşrulaştırmıştır. Özel günler, iktidarların üzerlerinde tahakküm kurdukları kitlelerin gazlarını almasını sağlayan sembolik zamanlardır. Tarihi şöyle paranteze alıp günümüze geldiğimizde iktidarlarla biz kadınların arasındaki sözde halimizden memnun ilişkiye bakacak olursak:
Siyasi iktidarlar bu “özel” günleri, sözgelimi konumuz olan 8 Mart Dünya Kadınlar gününü, politika malzemesi yapar, ancak “özel” olmayan günlerde yani 8 Mart olmayan diğer 364 günde kadına yönelik şiddette, taciz ve tecavüz “sorunlarına” kalıcı çözüm üretmez. Araştırılsın denilen kadına yönelik problemler, ironik olarak kadın temsilcilerin de rızasıyla (!) oy çokluguyla rededilir. Temsiliyet noktasında eşitlikçi olmayan bir siyasi arenada kadına yönelik haklar zaten başlı başına hikayedir. Ancak kadına yönelik haklar, şiddet karşıtlığı, kadına yönelik eşitlik veya pozitif söylem siyasal iktidarlar için siyasetlerine güç katan politik bir malzemedir. Ironik olansa bir elin beş parmağını geçmeyen, kendisine ve kadınlığına yabancılaşan kadın milletvekillerin bunu destekleyip yeniden üretmesidir.
Ekonomik iktidarlar, bu “özel” güne yönelik yüzde bilmem kaçlık indirim yaparak bugünlerin yüzü suyu hürmetine daha çok kadın tüketiciyi hedefler. Bizim kitle endüstirisinin müdavim tüketici kadınlarımız da “Yasasın kadınlar günü indirimi!” diye sözde ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bilmem kaçıncı kremini veya ayakkabısını alarak kendisini ruhen ve bedenen tüketen kapitalist sistemi yeniden üretir. Kendisi gibi sisteme kurban olmamış, özgür diğer hemcinsini de “Sen her gün aynı ayakkabıyı mı giyiyorsun şekerim!” diyerek sembolik bir küçümsemeye tabi tutar.
Bilimsel iktidarlar, “kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi havalı argumanların ekonomik, felsefik, sosyolojik, psikolojik gibi sözüm ona tüm “lojiklerini” fildişi kulelerinde araştırır. Ancak mesele akademide pozisyon almaya gelince eşitlik, adalet gibi sözde değerler birden tatile çıkar. Kadının rektör veya dekan olma olasılığı erkek akademisyenlere kıyasla oldukça düşüktür. Bu tarz makamlara layık görülmek için “erkek gibi” kadın olman beklenir. Kadınlar “kadınlara yakısır” bölümlere atanır.
Erkek akademisyenler de kadın akademisyenlere ev ve aile içi görevlerinden dolayı yetiştiremedikleri çalışmalarından dolayı mobbing yapar. Bu arada kadınlar akademi de öyle gönül rahatlıyla evlenemez, bir kere akademisyen olduklarından dolayı kolay bir şekilde eş adayı bulamazlar. Çünkü bu toprakların zihniyeti; sürekli araştırma yapan, ders çalışan ve kendisinden daha zeki olan kadına ne ruhunda ne zihninde varlık saglayabilir. Akademisyen kadın evlenirse çalışmaları sekteye uğrar.
Çocuk dogururken tereddüt eder, dogurursa akademik çalışmaları aksar. Sistem yuva kuran, doğum gibi bir olayla yaratıcılığını deneyimleyen kadını desteklemez. Ez cümle bilim dünyasında kadının ontolojik varoluşunu özgürce deneyimleyebilecek her sey, akademideki zihniyetler için bir engeldir. Diğer taraftan sistemin beklentisini biliçsizce içselleştiren bu doğrultuda evlenmeyen ve yaratıcılığını deneyimleyemeyen kadın akademikler de evlenen ve doğuran diğer hemcinslerine bilinçdışı bir şekilde ya düğün ya doğum hediyesi şeklinde mobbingin en güzelini hediye eder.
Medya iktidarları, bu “özel” günün en güzelini onlar kutlar. Geleneksel medyada TV yayınları, reklamlar, programlar; yeni medyada ise twetler, postlar, videolar, paylaşımlar, etkileşimler, begeniler havada uçusur. Ama kadını hor gören, aşağılayan, ona şiddet gösteren, sadece cinsel meta halinde sergileyen filmler, diziler, prime time gündüz kuşağı programları reyting rekorları kırar. Sosyal medyada begeni almak uğruna kendini binbir türlü şekle sokarak hunhanca sergileyen veya aşağılayıcı pozları vermekten imtina etmeyen ve bunu özgürlük olarak algılayan kadınımız da sürekli olarak bu paylaşımları beğenir, tüketir ve yeniden üretir.
Dini iktidarlar, söylem itibariyle bu özel günde “Kadınlara iyi davranınız onlar çiçektir, emanettir, cennettir” der. “Özel” olmayan günlerde kadınlar erkeklerin adeta mülküymüşçesine dini söylem üretir. Dindar kadınlarımız da kendilerine biçilen bu cariyelik rolünü içselleştirerek bu söylemi diğerlerine aşılayarak yeniden üretir. Hatta bu söyleme uymayan diğer hemcinslerini bir güzel ötekileştirir.
Hukuk iktidarları da kadın haklarını korumaya yönelik birçok kanun koyar. Bu “özel” günlerde haklarımızı bize hatırlatır. Ancak ne hikmetse ayrıcalıklı sınıftan birisi bizden birisine şiddet gösterdiğinde yasanan yürütülen, yargılanan tüm bu kanunlar tatile çıkar; şiddet, taciz, tecavüz oldugunda onun da “rızası” oldugunu söylenir ve böylelikle eril şiddet meşru hale gelir.
Kültürel iktidarlar (başta aile olmak üzere), kız bebek haberinin hüznünden, emzirilme zamanının kısıtlılığından, ona sadece mutfak oyuncaklarıyla oynatmasından, “hanım hanım, hanfendi, cici kız” rolü beklemesinden, erkekliğe girişi kutlamak bağlamında sünnetin düğünün yapıldığı toplumda regl olmayı saklama çabasından, açık giyinmesinden, “Aman sevgilin olmasın, bacaklarını kırarım!’”dan, kızını dövmeyen dizini döven zihniyetinden, evlenirken kız “alma-verme” söyleminden, kadın “hata” yaptıgında namusun kirlenmesinden başka bir şey üretmez.
Tüm iktidarların iktidarlarını pekiştirecek bir sembolik üretimi olan “özel günler” adeta dinlerdeki kutsal gün ve gecelere benzer. Saygı deger dindarımız o günler dışında dinin kabul etmediği her türlü ahlaki normu sonuna kadar ihlal eder ama o gün dünyanın en münzevi dindarı olarak günah çıkartır, cenneti kısa yoldan girme ümidiyle sevap hanesine bonus ekleme derdine düşer. 8 Mart Dünya Kadınlar günü de bir “özel” gün olarak öyledir. Kadınlar günü olmayan günlerde iktidarların işlediği tüm günahların temize çıkartıldığı bir gündür. Mütehakkim için bir gaz alma, gaz alırken de iktidarını pekiştirme günüdür.
Görüldüğü üzere kadın erkek olduğu farketmeksizin hem iktidarlar hem iktidara maruz kalanlar halinden razıdır. Aralarında tahakküm kuranlar ve mütehakkimler arasında görünmeyen örtülü bir işbirliği vardır.
Tüm dualitelerden kurtulup her anı ve zamanı kutsal kabul ederek herhangi bir zamanı ve mekanı kutsamadıgımızda; kadın, erkek, insan, hayvan, canlı cansız ayırt etmeksizin tüm varoluşları kutsal görerek onurlandırdığımızda ve onları hiç bir iktidarın tahakkümüne kurban etmediğimizde o zaman “varlık” tecessüm eder.
Varlığını var kılarak; kendini varoluşunu onurlandırabilenlerin tüm varlıkların “var oluşları” her an kutlu olsun!
BETÜL AKGÖL CAN