Erkekler neden aldatır?
“ANGELINA JOLIE BİLE ALDATILIRSA…. BRAD PITT BİLE ALDATIRSA….” diye başlayan düşünce ve konuşmalara başlamadan önce bunu okuyun…
BİLİNÇALTININ ALDATMA ÜZERİNE ETKİSİ
“Varlığı bir dert yokluğu yara” sözü bence tam ilişkiler için. Herkes hayatında biri olsun istiyor, olunca da kıskançlıklar, tartışmalar, uyuşmazlıklar hatta kavga ve şiddet getiriyor. İlişkideki hangi sorunlar sadakatsizliğe yöneltiyor? Görünürde stres, cinsel uyumsuzluk, maddi sorunlar, başkasına aşık olma gibi nedenler olsa da son zamanlarda yapılan araştırmalar altında başka nedenlerin de olduğunu ortaya koymakta.
Bakalım genlerin bu sadakatsizlik olayındaki payına. Genlerin kodladığı hormonlar sadece ten rengi, boy, göz rengi, kemik yapısı, kalıtsal hastalıklar gibi fiziksel kodlamaları değil; ilgi alanları, stres nedenleri, üzüntüler, arkadaş seçimi, ilişki yönetimi vs gibi yaşamsal özelliklerinde şekillenmesinde çok büyük rol oynuyor.
Diğer birçok fare ve memeliden farklı olarak tarla farelerinin tek eşli yaşamı bilim adamlarının dikkatini çekmiş ve araştırma yapmışlar. Yakın kuzenlerinden farkları ne ki bunlar ömürlerini tek bir dişiyle geçiriyorlar? Yanıt hormonlarda.
Erkek tarla faresi çiftleştiğinde beyninde salgılanan vazopresin adlı hormon haz duygusunu ortaya çıkartıyor. O dişiyle ilintilendirilen bu mutluluk da tek eşlilği sabit hale getiriyor.
İnsan ilişkilerindeki genlerin etkisini ölçmek için yapılan araştırmanın sonuçları çok çarpıcıdır. Vazopresin reseptörünü kodlayan AVPR1A geninin 334 değişik formu vardır ve kişinin eşine ne kadar bağlı olacağı bu formların dizilimiyle doğrudan ilintili olduğu kanıtlandı. Anne ile çocukları arasındaki bağlılığın temelinde de aynı hormon etkindir. Dizilimdeki tek bir harflik değişiklik hormonların yapısını ve etkisini büyük ölçüde değiştirebilmektedir. Kopya sayısı arttıkça sadakat, ilişkiye verilen değer azalmakta. Fazla kopya taşıyanların bekar olma eğilimi daha fazla olduğu ortaya çıktı.
Öyle ki genetik tekniklerle çok eşli türleri tek eşli davranışlara yönlendirmek olası. Acaba günün birinde çapkınlık genlerinin yapısıyla oynayarak daha sadık ya da daha hovarda olmak mümkün olabilir mi?:)
Beynimiz kim olduğumuzu anlama konusunda tek biyolojik organımızdır. Aynı zamanda büyük sinir sistemi olarak da bilinen iç salgı sistemiyle de iki yönlü sabit bir bağ kurmuş durumdadır. Beyin kimyasında gerçekleşen çok küçük değişimler, davranışta çok büyük değişimlerle sonuçlanabilir. Yani “tepemin tasını attırma” demek bir anlamda “beyin kimyamla oynama” mesajı veriyor. Bizler sürekli etkileşim halindeyiz ve bu etkileşimler hem biyolojimizi hem de davranışlarımızı direkt olarak etkiler. Sadakatsizliğin altında yatan da çoğunlukla nöral davranışlardır.
“Genler, beyin, hormonlar, yapacak bir şey yok” demeden önce bir de bilinçaltının etkisine bakalım. Bilim adamlarının yaptığı açıklamaya göre gün içindeki davranışlarımızın sadece %5 ya da daha azı kadarını bilişsel olarak yani bilincimizle yapıyoruz. Hatta bazı nörologlar bu oranın birçok kişide %1 oranında olduğunu söylüyor. Bu durumda hayatımıza şekil veren büyük gücün bilinçaltımız olduğunu kabul ediyoruz.
Danışanlarımda da hep gördüğüm gibi bilinçaltı kayıtlarının ikili ilişkilerde payı çok büyüktür. Bunun için bir örnek model yaratalım. Sürekli annesini aldatan bir baba ve ezik bir anneyle büyümüş yetişkin bir kız ve erkek kardeş var diyelim. Erkek babasını model alıp aynı davranışları devam ettirebilir ya da (annesiyle olan ilişkisine de bağlı olarak) ters modelleme ile ne pahasına olursa olsun dünyanın en sadık erkeği olabilir. Kız çocuk bir olasılıkla annesinin tam tersi aşırı tepkisel olabilir, ya da annesi gibi boyun eğen bir tip olur. Her durumda da babasını bağışlayıp ondan kalan negatif izleri temizlemeye çalışmazsa sürekli bir aldatılma-aldatma olaylarını hayatına çeker durur.
Bu bahane de çok şahane. Bir yandan genetik yatkınlık, bir yanda davranışlarımız üzerinde %95 etkisi olan bir bilinçaltı bizi sadakatsizlik dahil her şeyden muaf tutabilir. Üstelik insanoğlunun tek eşli mi yoksa çok eşli mi bir varlık olduğu hala tartışılıyor. Üzerine bir de tetikleyici çevre faktörlerini koyduk mu tamamdır, minare çalmadan kılıflar hazır bile.
Öyleyse neden tüm inanç sistemleri, ahlaki değerler bizi sadık olmayazorluyor? Aynı değerler bize aynı zamanda öldürme, adil ol, zarar verme, cömert ol, dedikodu yapma da diyor. Ancak herkes payına düşen bir şeyler yapıyor. İşte insan olma sanatı da burada yatıyor. Sahip olduklarımızla olunması istenene ulaşmak. Burada olunması istenen derken toplumsal, medyatik dayatmalardan değil sevgi, şefkat, vicdan, erdem, barış, uyum, denge, hoşgörü gibi temel değerlerden söz ediyorum.
Peki biz bu ikilemler içinde nasıl bir köprü olacağız? Yaşamımız bizi hedefe götürecek bir araba olarak düşünelim. Doğum tarihiniz neyse o model olsun. fiziksel ve genetik yapınız arabanın kendisi. Bilinçaltı kayıtlarına bakalım; bu araç ne kadar özenle kullanıldı, size kimler çarptı, çizdi geçti, hor kullandı? Bunlar da bilinçaltı kayıtlarınız. Araç muayenesi, trafik kuralları da çevresel yaptırımlar.
Sürücüsüz kalırsa garajda çürüyen bir araba çıkar ortaya. SÜRÜCÜ SİZSİNİZ, ANAHTAR DA SİZİN ELİNİZDE! İyi bakarsanız 1950 model antika değeri çok yüksek bir araba olursunuz. Duygusal sağlığınıza dikkat ediyorsanız çarpmaların, kazaların izleri de kalmaz, geçtiğiniz yollar ne kadar zorlu olmuş olursa olsun. Aldatma-aldatılma çiziklerini de gene siz kapatabilirsiniz.
Genetik yatkınlığı ya da geçmişi ne olursa olsun çok mutlu birliktelikler yaşayanlar da var. Bu arabayı mutluluk denen hedefe götürecek sürücü siz kendinizsiniz, anahtarınız da iç motivasyonunuz.
Sevgilerimle
Duygusal Detoks Uzmanı
Reyhan Elmasri