Azınlıklar ve Göçmenler
“Yerli halkların travmaları nesiller boyunca taşınarak geldi. Yüz yıllar boyunca süregelen zulüm, yalnızlık ve dışlanma, bugün kim olduğumuza bir karmaşıklığa sebep oluyor.” [Tara Houska]
Atalarımızın çok uzun süre önce yaşadığı travmalar nesiller sonra bile bizim hayatımızı etkileyebiliyor. Özellikle de kökenimizde azınlıklar, baskı altında kalanlar, zorla göç etmiş olanlar, kimliklerini, dinlerini saklamak zorunda kalmış olanlar varsa…
İnsan zihni bedeni hayatta tutmak amacıyla ‘diğerleri’ ile rekabete girer. Kendi için sağlamaya çalıştığı güvenlik alanında diğerleri sanki bir düşmandır. Şekli ne olursa olsun her zaman bir ikilik ve ayrım zihnin doğasında vardır. Bazen din, bazen ırk, bazen cinsiyet… Oysa tarih bize ancak beraberce, kabileler halinde yaşayarak hayatta kalacağımızı öğretmiştir. Genlerimize kazınmış aidiyet duygusu bizim için hayatta kalma meselesidir. Azınlık olmak, dışlanmak ise yok olmaktır.
Elinde fiziksel veya ekonomik gücü olanlar, azınlıkları bastırarak, şiddet göstererek yok etmeye çalışabilir veya onları göç etmeye zorlayabilir. Bir süreliğine zafer onlarındır. Sistemik kurallara göre dışlanan her zaman daha sonraki nesiller tarafından temsil edilir… Kim olursa olsun bu kural değişmez. Bugün Amerika’da nüfusu en hızlı büyüyen kesim Kızılderililerdir. Neo-Naziler, dışlanan Nazileri temsil eder.
Geçmişte yaşanan bu acılar, öfke, korku, haksızlığa uğrama gibi duygu ve durumlar nesiller boyunca aktarılır. Bir anlamda onların kaderlerini yaşayarak atalarımıza olan bağlılığımızı sergileriz. Kolektif bilinçaltı seviyesinde yaşanan bu duygular, olanlardan hiç haberi olmayan bir birey tarafından bilinmeyebilir. Sebep derindedir, ancak sonuçlar yüzeyde. Atalarımız haksızlığa uğramışsa, biz de kendimizi haksızlığa uğradığımız durumlar yaşarken bulabilir kendimizi. Göçler sırasında kaybedilen toprak ve diğer manevi değerler, bizim hayatımızda da benzer kayıplar olarak ortaya çıkabilir. Geride kalanlar, yolda olanlar ve sır olarak kalan bir çok olay ve kişiler…
Diğer önemli bir bağ, doğduğumuz veya atalarımızın doğduğu topraklar ile olan bağımızdır. Anavatan anne gibidir. Her ne kadar şu anda yaşadığımız ülkede doğmuş olsak da, geçmiş kuşakların yaşadıkları topraklar farklıysa orası ile olan bağımızın kabul edilmesi, ve belki oralara yapılacak bir ziyaret atalarımızın anavatanı ile bağını güçlendirecektir. Bu ne demektir? Anavatandan başlayan ve ondan zorla ayrılmak zorunda kalan aile bireyleri ile devam eden, bize kadar gelecek sevgi akışı sağlanmış olacak… Bu sevgi akışı ile güçlenecek ve kendimizi bütün olarak hissedeceğiz.
Son olarak, geçmişte hayatta kalmak adına saklanan sırlar da sistemi derinden etkiler. Savaş sırasında veya daha sonrasında atalarımız kimliğini saklamak zorunda kaldıysa, bizler onları bilmiyorsak veya biz de kendi kimliğimizi saklamışsak, köklenme sıkıntıları ile mücadele etmek durumda kalabiliriz. Kendimiz ait hissetmeyebilir veya yaşama arzumuzda düşüklük meydana gelebilir. Tüm bu etkiler, her birimizin kendi aile sisteminde olan olaylara ve her birimizin bu olaylara verdiği tepki ile kendimize has bir sonuç oluşturur. Bu sebeple her birimiz kendi aile dinamiklerimizi kendimiz keşfetmeliyiz. İkiz kardeşlerin bile aileden taşıdıkları yüzde yüz aynı değildir. Mekanizmanın basit veya karmaşık olası önemli değildir. Önemli olan yaşadıklarımızla ilgili bakış açımızın değişmesi ve geçmişle ilgili anlayışımızın oluşmasıdır.
Bir Ulusun medeniyet seviyesi azınlıklarına gösteri saygı ile doğru orantılıdır.