Çay dem’e!
Yarımdan doyuma giden bir yolculuk O’nunki.
Yaşam döngüsünün en benzer hali.
Bebeğin yürümesine mevsimlerden birer tane yeterken, O sürmek ve “Hazırım” demek için 3 yazı ,3 kışı ve baharları bekler.
Ne krallar, prensesler, şifacılar ve sultanlar seferber oldu peşi sıra. Asırların medeniyeti Anadolu’ya, nazenin gelin gibi geldi yeşil duvağıyla, sonrasında ele, sepete ve sofralara…
Tanımı siyah, yaprağı yeşil, demi tavşan kanı olsa da namı Türk’ün Çayıdır tüm uluslarda.
Ekmek sıcak, çay cızırdıyorsa günümüz aydın ola…
Sabah kahvaltısından gecenin geç saatlerine kadar hayatımızın içinde bulunan çay, değişik kültürel değerlerin ortaya çıkmasında azmettirici oldu.
‘Kültürümüzde çayın girmediği mekân yoktur’ desem yerinde olur. Öyle ya bizler, güne onla başlayıp, onla bitirir olduk. Mevsimsiz, yersiz ve de vakitsizce onu aradık durduk. Hatta bazılarımız yasal olan tek kaçağı dokunulmazlardan saydık. Özümüzdeki duygusallığı ve aklı çayla masaya yatırır olduk.
Sohbetleri, toplantıları, öğünleri, paydosları, rengi değişse de özü değişmeyenin etrafında topladık.
Evlerimizin, işyerlerimizin, restoranların ve çay bahçelerin yıldızı saymamızdan sebep bardağına “Ajda” adını koyduk.
Adam ayırmaz, pahayı sevmez; lakin gösterişe de hayır demez. Hana, hamama, saraya, barakaya, çoluğa çocuğa herkese ve her keseye hitap eder.
Demleme usulü değişken olsa da çay demlenmeyi, dem de dinlenmeyi sever. Böylece tiryakileri iyice mest eder…
Çayımız aynı zamanda kadınların faizsiz gelir kapısı, kekli kumbarası ve aylık psikoterapisidir. Kadınlar ayda bir çay tepsisinin etrafında dostluklarını, hemşireliklerini pekiştirdi, gündem yakalamanın ötesinde gündem yarattı. Hepsi de altın gibi kalbe sahip oldukları için toplantılarının adına “Altın Günü” dendi, böylece yıllardır devem eden ve tüm yurda yayılan altın örgütü ülke dışına yayıldı gitti.
Bizim çay kadar çok sevildi ki, çay endüstrisi geniş yelpazelere açıldı. Çaydanlık türevleri artışa geçti. Kömürlüsü, gazlısı, elektriklisi, irili ufaklı birçok çaydanlık çayı demlemek için yarıştı durdu.
İçme usulü de değişkenlik gösterir bizimkinin. Çayı kaynar severler damağını yakmamak için höpürdetir. Evet kulağa pek iyi gelmese de bu bi nevi damak kurtarıcısıdır.
Erzurum yöresine ait kıtlama kültürü vardır. Ne yardan ne serden geçenler için birebirdir. Yokluğun hüküm sürdüğü devirlerde şekerden vazgeçemeyenlerin buluşudur. Ağıza atılan bir akide şekeriyle neredeyse günlük çayın tamamı tüketilir. Şunu da belirtmek gerekir ki Erzurum’da ‘Şeker’ deyince kıtlama, ‘Toz’ deyince küp şeker verilir.
Türk Çay’ının en masumlarından biri de Paşa Çayıdır.
Osmanlı Paşaları iş yoğunluğu sebebiyle çaylarını hemen içemedikleri için çayı soğuturlarmış. Vakit nakittir mantığından olsa gerek; günümüzde soğuk çaya ‘Paşa Çayı’ denir.
Türk Çayı’nın sıcak oluşuna aldanıp, sadece serin havalarda içileceği yanılgısına düşmemek gerek. Yukarıda da söylediğim gibi mevsimsizdir Türk’ün Çayı. Öyle ki; yazın sıcağında terlemiş, susamış birine fokurdayan çaydanlıktan servis edilen çay ikram edilir. İkram edilirken de “Hararetini alır, iyi gelir, şifa olur” denir. Şifa özelliğini içen de bilir, ikram edende; ama yine de iyi niyet ifadeleri mutlak suretle söylenir. Burada ki tek olmazsa olmaz, çayın oturması ve taze olmasıdır. Onun haricinde her anın başı ve sonudur Türk’ün Çayı.
Özetle Türk Çayı hassas, derin ve köklü bir kültürdür. Sosyolojik ve psikolojik açıdan da alternatif yöntemlerden biridir. Çünkü çay sohbetlerimizin baş kahramanıdır, içimizi açan maymuncuktur, kabuk tutacak yaralarıdır.
Çayla ilgili; tekerlemeler, bilmeceler, şiirler, mâni ve türküler, ilahiler, efsaneler, fıkralar, gelenek ve görenekler başlı başına kültürel değerlerdir.
Şimdi şuraya; Alper Gencer’in;
“Seni çay içerken izlemek,
Seni çay doldururken,
Seni demlerken çayı,
Kimseler inanmasa da düpedüz sevap” dizeleri ne de güzel yakışır.
Mehtap ŞAFAK