Karar alma sürecinde zihnin yanılsamaları nasıl engellenir?
Duygularımızın bilinçli farkındalık seviyemizin altında düşüncelerimizi ve karar süreçlerimizi etkilediğini biliyorsunuzdur.
Bu duygularımızın en başında da zevke yönelme ve acıdan kaçınma isteği gelir. Tüm düşünce sürecimiz istemsizce de olsa bu temel tercih etrafında şekillenir. Her zaman eğlenceli olan fikirleri keyifsiz ve acılı olanlara yeğleriz. Kendimizin doğruların peşinde olduğunu düşünmeyi severiz oysa ki gerçekte gerginlikleri yok eden, egomuzu okşayan ve basit fikirlerin peşindeyizdir. Bu temel zevke yönelme tercihi karar süreçlerimizde bazı temel yanılgıların temelini oluşturur. Şimdi sizinle karar sürecinde etkili olan bazı zihinsel yanılsamalarımızı paylaşacağım;
Zihinsel yanılsamaların ilki, teyit yanılgısıdır. Zihin tarafsız ve gerçekçi bir değerlendirme yapmak yerine önceden oluşmuş yargıyı teyit edecek kanıtları görme eğilimindedir. Yani kendi görüşümüzü destekleyen kanıtları arama eğilimi gösteririz. Böylece inanmayı istediğimiz şeyin kanıtını görmeye başlarız. Bunun en bariz örneği negatif veya pozitif sonuç doğurma olasılığı eşit olayları değerlendirirken ortaya çıkar. Normal olarak eşit olasılık halinde insanların kararsızlık seviyesi artmalıdır ancak tersine insanlar kendi pembe senaryolarına dair kanıtlara daha çok önem verme eğilimindedir. Örneğin, daha önce iki kebapçının iş yapamadan battığı yere üçüncü kez kebapçı açmak için kendilerini ikna edecek kanıtlara daha fazla önem verirler. Danışmanlardan tavsiye alırken de aynı eğilim izlenir; tavsiyeyi isteyen kişi aslında danışmandan kendi fikrini teyit eden görüşte olmasını bekler. Yani insanlar kendi fikirlerinin bir uzman tarafından teyit edilmesini ister. Bu yanılsama için iş hayatında istatistikler sıklıkla kullanılır. Fikrinize bağlı kalacaksanız mutlaka onu destekleyecek istatistikler bulabilirsiniz. İnternet’te şöyle bir dolaşırsanız hem olumlu hem olumsuz fikri kanıtlarla destekleyen birçok kaynağa ulaşabilirsiniz. Bu yanılgıdan kurtulabilmek için kanıtları şüphe ve tarafsızlıkla değerlendirmeli ve önceliği kendi fikrinize aykırı duran görüşün kanıtlarını olabildiğince tarafsız irdelemeye vermelisiniz.
Zihnin ikinci yanılgısı, kuvvetle inandığımız fikrin mutlak doğru olduğuna inanmamızdır. Aslında bize keyif veren düşünceye sarıldığımız halde içten içe bir şüphe duyar ve bunu ekstra bir kanıtla desteklemek isteriz. Bir fikir savunulurken ateşli sözler, bariz jestler, renkli metaforlar, eğlenceli anekdotlar kullanılırsa zihnimiz fikrin doğruluğuna inanacaktır. Bunun günlük hayattaki örneği kitleleri peşinden sürükleyen politik liderlerdir. Eğer fikri ifade eden kişi çekingense, zayıflık gösteriyorsa, nüansları belirtiyorsa, çekingen bir tonda konuşuyorsa o kişinin yalan söylediğini veya konuya hakim olmadığını düşünürüz. Hemen hepimiz “Halo Etkisi” denen bu yanılsamaya düşeriz; gözlemlediğimiz negatif veya pozitif unsurları aslında alakasız olan alanlara uyarlarız. Örneğin, kişi iyi görünümlü ve yakışıklıysa daha güven verici gelir bize, özellikle de politikacılar… Eğer bir kişi başarılı ise onun etik ve akıllı olduğunu, iyi bir geleceği hak ettiğini düşünürüz.
Üçüncü yanılgı, grup etkisidir. İnsan sosyal bir hayvandır. Gruptan dışlanmak ve izole edilmek bizim için dehşet verici bir durumdur. Diğer insanlar bizim gibi düşündüğünde müthiş bir rahatlama hissederiz. Aslında bize bu rahatlama ve güven hissini veren fikirleri sahipleniriz.
Dördüncü yanılgımız hatalarımızdan ders aldığımızı düşünmemizdir. Dersimizi öğrenmeyi ve aynı kötü deneyimi tekrarlamamayı isteriz ancak gerçekte kendimizi eleştirme durumumuz son derece sınırlıdır. Doğal davranışımız başkalarını veya olayları suçlamaktır. Çünkü kendi hatalarımıza bakmak acı vericidir ve egomuzu yerle bir eder. İlk başta yaptığımız hatanın etkisiyle öğrenmiş gibi davranırız ama zaman geçince zevk alma tercihimiz ağır basar ve hatayı unutarak aynı şeyleri tekrar eder buluruz kendimizi. Hırslarımız ve duygularımız bizi yeniden kör eder ve tam olarak aynı hataları yeniden yaparız.
Beşinci yanılgımız kendimizin herkesten farklı olduğunu düşünmemizdir. İnsanlar bunu nadiren kelimelere döker ama tam olarak böyle hissederler. Bu optik bir illüzyon gibidir; kendi hatalarımızı ve irrasyonel davranışlarımızı göremeyiz ama başkalarınınkini çok iyi görürüz. örneğin, diğer politik partinin fikirlerinin irrasyonel olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz ama bizimkiler kesinlikle mantıklıdır. Bizim sahip olduğumuz her şey yeteneklerimizin ve çok çalışmamızın sonucudur, oysa diğerleri Makyevelist taktiklerle şimdi olduğu yerlere ulaşmışlardır. Kendimizin rasyonel olduğuna büyük bir inanç besleriz, ahlaklı ve düzgünüzdür. Çünkü bunlar toplumun desteklediği özelliklerdir ama gerçekte her birimiz benzer ölçülerde yalancı, irrasyonel veya üçkağıtçıyızdır.
Düşünce süreçlerimizi etkileyen faktörler çocukluğumuzdan başlayarak oluşur. Herkes çocukluğunda ileriki yıllardaki davranışlarını tetikleyecek farklı deneyimler yaşar. Örneğin, narsist ve soğuk bir anne tarafından yetiştirilmişseniz kendinizi değersiz hissedersiniz ve sevgiye aç hale gelirsiniz. Bu da ileriki yıllarda sizin dikkat çekmeye çalışan bir kişi olmak istemenize yol açar. Benzer şekilde hızlı başarılar ve kazanımlar da kişi için tehlikelidir. Bu durumlarda beyin kimyasal olarak bize enerji ve keyif veren nöro-kimyasallar salgılar ve beyin bu hazzı sürekli arar hale gelir. Bütün bağımlılıklar ve manik davranışlar bu temelde oluşur; beyin haz veren deneyimi sürekli tekrarlamak ister ve her seferinde daha fazlasını arar. Örneğin, kumarbazlar veya ekonomik balonların oluştuğu durumlarda iş adamları veya halkın ilgisine alışmış kişilerde bunun sonuçlarını izleyebilirsiniz. Bir diğer kritik durum da kişinin stres altındaki davranışlarıdır. Baskı ve stres altında beynimizin ilkel tarafları aktive olur, aşırı duyarlı, gergin, paranoyak ve kontrolcü tavırlar sergileriz. Bu gibi durumlarda kişinin davranışları tamamen değişir. Bu nedenle bir insanı tanımak için onun stres altında nasıl davrandığını gözlemlemeniz önerilir. Herbirimiz stres altında duygusal kaçaklarla karşılaşırız, bunun istisnası yoktur. Kişisel farkındalığımızı artırmak, kendimizi, pozitif ve negatif yanlarımızı iyi tanımak daha rasyonel kararlar verebilmemizin ön şartıdır. Asla kendinizi her zaman rasyonel kararlar veren birisi olarak görmeyin…