Korku ve kaygı bozuklukları ile baş etme
Korku ve kaygı her insanın tanıdığı, bildiği ve hayatının bir döneminde baş etmeye çalıştığı temel sorunlardandır. Kaygı bozukluğunu; gerçek her hangi bir tehlike ve tehdit yokken, nesne ve olaylara karşı bilinçaltında kayıt altına alınmış aşırı frekans yüklü duyguların tetiklenmesi neticesinde hissedilen psikolojik durum olarak tanımlayabiliriz. ..
Hayatın akışı içinde, insanlar çeşitli korkulara maruz kalırlar.
Burada önemli olan; korku, kaygı ve fobi olarak sınıflandırdığımız bu olumsuz tepki duygularını doğru tespit edebilmektir. Her insan, ister kabul etsin ister etmesin, bu tür duyguları bir şekilde hisseder. Ama çoğumuz bu davranışların bir korku mu, kaygı mı ya da fobi mi olduğu konusunu yeterince çözemeyiz.
Belki açıkça kabul etmesek de; bizler bazı şeylerden korkar fakat nedeninin; gelişim kökenli mi, yetişme kökenli mi, yoksa tehlikeli koşulların yarattığı fiziksel tehdit kökenli mi olduğunun ayrımını kolaylıkla çözümleyemeyiz. Daha küçük yaşlarda başlayan bazı olaylar, üzerimizde telâfisi güç izler bırakır ve önemsiz olarak gördüğümüz nesnelerden niye korktuğumuza pek anlam veremeyiz. Yükseklikten korkarız, asansörde kapalı kalmaktan, parasızlıktan, başarısızlıktan, fakirlikten, hastalıktan, ölümden korkarız. Küçük yaşlarda bir köpeğin saldırısına uğradıysak, yaşam boyu köpeklerden korkar oluruz. Çünkü insan aklını, dolayısıyla duygularını tam anlamıyla kontrol edemez. İnsan, zihnine yüzde yüz hâkim olamadığı sürece, şöyle veya böyle bir şeylerden korkar.
Her birey korktuğu ne ise onunla mücadele etmezse, sonunda korkunun esiri olur; korkuların esiri olmamak için, korkunun ne olduğunu bilmeli, bu korkunun nedenlerini araştırmalı, büyük bir cesaretle onunla yüzleşmeli sağlıklı paternlere dönüştürmeliyiz. Eğer korkumuzun kökenine inebilirsek, korkumuz ile baş edebilmeye yakınız demektir. Korku, ruhsal hayatımızı etkiler. Korku, kendimizi sevmeyi engellediği gibi sevgi verebilmeyi de olumsuz etkiler.
Korku, insanı olumsuz ve uyumsuz bir insan haline sokar. Korku, dengenin düşmanıdır. Ruhen dengede olmayan insan da huzuru bulamaz. Korkularımızı yenmek için başka hangi yolların izlenebileceğini irdelerken şu gerçeğin de bilincinde olmalıyız. Bu da, korkunun sadece bir ruh hali durumunun ötesinde bir şey olduğudur. Korku, aynı zamanda “kimyasal” bir olaydır. Korkunun,tüm enerji akışını bloklayan ve bedendeki hücreleride hasara uğratan bir etkisi vardır. Bir korku halinde, hücrelerimizin nörokimyasal işlemleri beynimizin elektrik devrelerini tetikleyerek bedenimizi bir alârm haline sokar. Korku ruhsal, kimyasal bir olay olduğu kadar genetik bir nedenden de olabilir… Atalarımızın genetik bilgilerini içeren kalıntılar belki bazı korkularımızın sebebi olabilir. Korkularımız karmik kaynaklı da olabilir.
İnsan kendini bir nedenle tehlikede hissettiğinde, bu tehdit öngörüsü karşısında metabolizma kendini korumak için “dövüş” veya “kaç” durumuna gelir. Anksiyete tehdit veya tehlikeye karşı bir tepkidir. Bilimsel olarak kısa dönemli anksiyete tepkisine kaçma-savaşma tepkisi adı verilir. Böyle adlandırılır çünkü anksiyetede ortaya çıkan bütün psikolojik ve bedensel değişiklikler tehlikeyle ya savaşmaya ya da tehlikeden kaçmaya dönüktürler. Bunun nedeni anksiyetenin temel amacının organizmayı korumak olmasıdır. İnsanoğlunun ortaya çıktığı ve yaşadığı tehlikelerle dolu ilkel ortamda insan bir tehlikeyle karşı karşıya geldiğinde hemen kaçma ya da savaşma tepkisini oluşturan otomatik bir mekanizmanın organizmada hakimiyeti ele alması son derece yaşamsaldı.
Normal kaçma-savaşma tepkisine (anksiyete) yol açan bu sistemin temel özelliğinin ve amacının organizmayı çabucak harekete geçmeye hazırlamak ve vücudu korumaya dönük olduğu unutulmamalıdır. Kişi belli bir tehlike algıladığında ya da öngördüğünde beyin sinir sisteminin otonom sinir sistemi denilen kısmına mesaj yollar. Otonom sinir sitemini sempatik sinir sistemi ve parasempatik sinir sistemi denilen iki alt bölümden oluşur. Sinir sisteminin bu iki kısmı vücudun genel enerji düzeyinden ve harekete hazırlanmasından sorumludur.
Çok basit bir şekilde tanımlarsak sempatik sinir sistemi vücudun enerjisini arttıran ve harekete hazırlayan kaçma savaşma tepkisinden sorumludur; parasempatik sinir sistemi de vücudu tekrar normal haline geri döndüren gevşeten ve dinlenme haline geçiren sinir sistemidir. Otonom Sinir Sistemi Sempatik sinir sistemi hep ya da hiç ilkesine göre çalışır. Yani aktif hale geçtiğinde bütün sistem harekete geçerek tepki verir. Başka bir deyişle ya bütün belirtiler hissedilir ya da hiç bir belirti hissedilmez; vücudun sadece belli bir kısmında değişiklik olması çok nadirdir. Bu durum neden panik atakta sadece bir- iki belirti değil bir çok belirti yaşandığını açıklar. İnsanın korkuya verdiği tepki neticesinde sinir sisteminin vücuda acilen hormon salgıladığı tespit edilmiştir. Bu korku durumunun damarları sıkıştırması ve kalbe gelen baskı yükü ile bedenimize adrenalin , norepinefrin ve steroit kortizon hormonlar boşalır. Kalp atışları hızlanır, kalp daha sert bir şekilde kan pompalar, sinirler daha hızlı harekete geçer ve sıkışır, göz bebekleri büyür ve beynin karar verme ile ilgili bölgeleri “harekete geç” mesajını alır.
Sonuçta insan herhangi bir şeyden endişe duyduğunu veya tedirgin olduğunu fark ettiğinde, artık o şey ne ise ondan hep korkar olmuştur. Bu oluşumların merkezinde amigdala vardır. Amigdala Limbik sistem içinde, beyin sapının üzerinde ve birbirleri ile irtibatlı bölümlerden oluşan badem şeklinde bir kitledir.Joseph E. LeDoux, nörolog olan bir bilim adamıdır. LeDoux, New York Üniversitesi’nde sinir bilim ve psikoloji profesörüdür. Kendisi aynı zamanda sinir biliminin korku ve anksiyete merkez direktörüdür. Joseph E. LeDoux yaptığı araştırma ve çalışmalarının birinde amigdalayı keserek ayırmış ve amigdalasız bir insanın yaşamını incelemiştir. Bulgularına göre, amigdalası alınan insanın yaşamının, çarpıcı bir şekilde değiştiğini ve o insan için olayların duygusal anlamda işgörmezliğini, yetersizliğini tespit etmiştir.
LeDoux’nun yaptığı bu çalışmalar sonucunda Talamusa gelen bir emosyonel uyarının daha kortekse ulaşmadan önce “kısa yol”’dan amigdalaya ulaştığını keşfetmiştir. LeDoux’nun bulduğu bu yol, emosyonların biyolojisi ile ilgili birçok konseptin yeniden gözden geçirme gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bu alanda yapılan çeşitli çalışmalar amigdalanın fobi kökenli korkularda önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Depresyon hastalarının olumsuz durumlar karşısında, uyarılan amigdalaları, bu olumsuz bilgi sinyallerini ilettikten sonra gerektiği kadar hızlı kapanmıyor. Bu durum karşısında, depresyondaki kişi en küçük önemsiz bir tetikleme ile bile bilinçaltında kayıt altına alınmış olayları tekrar tekrar yaşıyor.(Bilinç altı travma kayıtları)
Önemli olan korkularımızın nedeninin doğru tespit edilmesidir. Korkularımızın nedeni bulunduktan sonra, gerçekçi ve akılcı bir yaklaşımla, bu nedenin güncel olarak hiç de korkulacak bir şey olmadığını görebiliriz.Günümüzde NASA’nın geliştirdiği Kuantum Biofeedback sistemi ile korkuların kaynağına inilir, bizi bu yaşamımızda etkilemiş duygusal travmaların(anne karnından itibaren oluşmuş)tespiti ve temizlenmesi sağlanır, geçmiş yaşamlardan kaynaklanan(regresyon) blokajlar ve atalarımızdan genetik olarak aktarılmış olan ruhumuzda kayıtlı taşıdığımız blokajların, karmik blokajların da temizlenmesi,çocukluğumuzdan itibaren geliştirdiğimiz kendimiz ve dış dünya ile ilgili çekirdek inanç paternlerinizn tespit ve temzilenmesi, yeni sağlıklı paternlerin geliştirilmesi için kuantum nörolinguistik programlama kullanılması ve kişinin farkındalık ve bilgi düzeyinin de artırılması ile tam bir şifa hali elde edilebilmektedir.
Sevgilerimle
DR.SILA ÖZDEMİR
kuantumbiofeedback@gmail.com
www.facebook.com/doktorkuantum