Mavi… Dalgaların sesi…
Hafif bir rüzgar, üşütmeyen, aksine tenime sinmiş deniz kokusunu burnuma getiren…
Ayaklarımın altında sıcak kumlar, bana üşüdüğüm bütün kış akşamlarını unutturan…
Evdeyim, artık saymayı bıraktığım için pandeminin kaçıncı günü olduğundan habersiz, bir türlü gelmeyen bahara inat Yaz’ı hayal ediyorum.
Özlediğim o kadar çok şey var ki, ama sanki özlemeyi de kanıksadım. Bu kadar anormal şeyler yaşamamıza rağmen her akşam haberlerde birer sayı olarak gördüklerim bile normalleşiyor artık. Evden sürdürülen çalışma, çocukların uzaktan devam eden öğrenim hayatı, tüm sevdiklerimin bir ekranın soğuğunda merhabası… hepsi hepsi normal artık. Normal olmasına normal de böyle hissizleşiyor olmak normal mi onu bilemiyorum. Sanki kimse artık ne hissettiği ile ilgilenmiyor. Hayatın günlük ve değişen normalinde koşturup duruyor sadece. Duygularımızdan uzaklaştıkça kendimizden de uzaklaşıyoruz sanki.
Ne kadar süreceği belli olmayan bu kaostan bir gün çıktığımızda ne olacak? Neye dönüşmüş olacağız?
İnsanoğlu doğası gereği zaten konfor alanında çıkmakta zorlanan, değişime güvenli yaklaşmayan, risk almayı sevmeyen bir yapıda iken, yaşamış olduğu bu sosyal ve fiziksel travmadan hangi yeni engeller geliştirerek çıkacak?
Çok geç olmadan…
Vazgeçmemek için, daha mutlu ve sürdürülebilir bir yaşam için, potansiyelini en verimli seviyede yaşa bilmek için, değişen normallerde özünü koruyabilmek için, çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakabilmek için, duygularımıza sahip çıkmamız gerek. Psikolojik dayanaklığımızı arttıran, yaşadığımız stresle başa çıkmamıza yardım edecek, eleştirmeden, yargılamadan düşünmeye, düşündürmeye, yaratıcı yönümüzü ortaya çıkarmaya ihtiyacımız var.
Sokağa çıkma kısıtlamasının olmadığı zamanlarda yaptığın kısa yürüyüşlerde ya da iş yerinde, gördüğün herkese gülümseyerek merhaba demek, bugün ne kadar da güzelsin ya da kıyafetin ne kadar yakışmış demek, yani varlığının ne kadar kıymetli ve güzel olduğunu hissettirmek, karantinadaki komşularının kapısına çorba yapıp bırakmak, belki yanına küçük bir not yazıp geçecek diyebilmek, sokakta yaşan hayvan dostlarına bir kap su, yemek koyabilmek, evinde çocuklarınla kurduğun sofrada keyifle sohbet edebilmek onların ilgi alanları ile ilgili merak ile soru sorabilmek…
Yani insani ilişkilerimizde karşımızdakini değerli, yeterli ve seviliyor hissettirebilirsek işte o zaman ne yaşanırsa yaşansın ne kadar sürerse sürsün umut hep olacaktır demektir.
Umudun bir rengi olsaydı, mavi olurdu deniz gibi… Sonsuz olurdu gökyüzü gibi! Mavi’yi hayal edişim ondan…
Buket Özbek