Modern illüzyonlar ve gerçekler!
Merkezi Rusya temelli Bronnikov adında bir üçkâğıtçıdan çıkan, ülkemizde de “Holografik Beyin Eğitimi” veya “Holistik Beyin Teknikleri”, şimdiki internette gördüğüm reklamlarında ise, “Holistik Mental Zekâ Teknikleri” gibi yeni kavramlarla ortaya çıkan bazı kişiler, bu içi boş uyduruk kavramlarla, insanlara umut tacirliği yapıp kandırmaktadırlar.
Ortada yeni bir “teknik” yok ama efendim neymiş, sanki beyinde bir ekran açılıyormuş da o ekrandan TV izler gibi her şeyi görüyorlarmış, elini kitabın üzerine koyup kitabı okuyabiliyor ve bütün bilgiyi alıyorlarmış falan. Vallahi bu kadarını Süpermen bile yapamıyor, bildiğim kadarı ile. Zaten bu kişiye: “Peki, sen bunu yapabiliyor musun?” diye sorduğunuzda, “hayır yapamıyorum ama öğretebiliyorum” diye cevap veriyor, öğrettiği bir kişiyi de henüz göremedik. Zaten gördüğü, duyduğu her şeyi, beyninde olan bir kamera misali çekip sonra da izleyebilseydi, herhâlde önce bu kişiyi televizyon kanallarında ve yetenek yarışmalarında görürdük.
İnsan, el insaf bu kadar da olamaz, diyor. Bunların hocası, Rus Vyacheslav M. Bronnikov (Bronnikov Method) denen adam, biz sanatçıların, sahnede, insanları eğlendirmek için kullandığımız illüzyon(mentalizm) numarası ile insanları kandırmaya çalışıp, gerçekmiş gibi göstermeye çalışmaktadır. Bu devirde bu ne büyük bir cahil cesaretidir! Sonuçta, yaptığı şeyin bir kandırmaca olduğu daha ilk çekimlerde ortaya çıkınca, tüm dünyaya nasıl rezil olduğunu, internette bulunan videolardan izleyebilirsiniz.
Burada yanlış anlaşılmasın, biz holistik evren, holistik beyin vb. kavram ve teorilere karşı değiliz. Michael Talbot’un “Holografik Evren” adlı kitabını nasıl heyecanla alıp okumaya başladığımı hiç unutmam (Tabii kitabın içinde değişik konularda anlatılan birçok saçma hikâyeye katılmadığımı söylememe gerek yok sanırım.). Hatta holografik evren teorisi, hoşuma giden teorilerden birisidir, zaten bilim ve insanlık, fikir ve teorilerle gelişir. Ama bu isimleri maske olarak kullanıp, bunlar adı altında “teknik” öğretiyorum, denilmesi ve ortada yeni bir tekniğin olmaması, -bazen teknik diye verilen şeylerin de aslında yine insanların boş yere vakitlerini çalan ayrı bir illüzyon olduğunu hatırlatırım- dolayısıyla insanların yanlış yönlendirilip, ümitlerinin ve paralarının çalınmasına ve dolandırılmasına karşıyız.
Yakın bir zamanda, Tanrı parçacığı düşünce tekniği ya da Higs bozonu başarı tekniği, takyon gelişim teknikleri, esir düşünce tekniği gibi şeyler karşımıza çıkarsa şaşırmayalım ve unutmayalım, “bedava peynir, sadece fare kapanında olur”.
İnsanlar, ellerindekini değerlendirip kullanmadan hep yeni bir şeyler ararlar. Bu tıpkı, altın bulmak için tüm dünyayı gezen ve servetini tüketen adamın hikâyesine benziyor. Artık parası kalmayan bu kişi, hüsran ile elinde kalan en son malı olan bahçeli evini de satıyor, kısa bir süre sonra ise, evi satın alan kişi, evin bahçesinde bir altın madeni buluyor. Kahramanımız, dünyayı kazmadan önce kendi evinin bahçesini kazsaydı, hüsrana uğramayabilirdi.
İnsanoğlunun zihninde o kadar bilgi ve teknik var ki hayata geçmeyi bekleyen, ama o hep, yeni teknik ve fikirlerin peşinde, oysa zihnindekileri hayatına geçirip uygulamadığı sürece, bu yeni teknik ve fikirler de pek işe yaramayabilir.
Yarım bıraktığın her şey seni de yarım bırakır. Önce, bildiğin yöntem ve tekniği yaşamına uygula, sonuçlarını değerlendir, sonra kendini aşmak ve daha fazla gelişmek için yenilerine bak. Bir şeyi yarım bırakıp başka bir şeye başladığında, elinde iki tane yarım şey olacaktır ve maalesef bu durumda, iki yarımdan bir tam çıkmaz.
Çünkü bir şeyin “devamı varsa değeri vardır”. Devam ettirip sonuçlandırmadığın her iş, aslında hayatının en değerli şeyini çalıyordur senden; “zamanını”…
İnsanlar, hevesle İngilizce kursuna başlarlar, yaz sezonunda 4-5 ay devam ederler, sonra tatile girerler. Bu tatil esnasında, öğrendiklerini tekrar etmezler, öğrendikleri ile ilgili kitap, dergi okuyup, film vb. şeyler izleyip incelemezler. Yine aradan geçen belli bir zaman sonra İngilizce kursuna başlanılır, ama aradaki zaman değerlendirilmediği için, yine ilk baştan başlanılır her şeye. Ya da bir spor salonuna yıllık para verip üye olursun, ilk başta heyecanla gidersin, sonra atalet yener seni, ara sıra gitmeye başlarsın veya iş güç, deyip hep bırakırsın. Bu şekilde kısır döngüye giren birçok kişiyi hepimiz biliriz.
Bu nedenle, bir müzik aletini çalmak için gösterdiğiniz çabalar ya da herhangi bir yetenek geliştirmek için verdiğiniz emekler esnasında tam bir şeyler olacakken sonuçlandırmayıp, vazgeçerek havlu atıp bırakmak sonucunda boşa geçen zamanlar ve kırılan umutlar…
Elimizdekini, sabır ile devam edip sonuçlandırmak zorundayız ki değerlensin ve bu sayede bize ve diğer insanlara bir katkı yapsın. O hâlde istikamet belli; sebat ederek ve taviz vermeden, her gün az da olsa ama mutlaka sürekli çalışmak ve eylem hâlinde olmak. “Toplam kalite yönetimi”nde (TKY) çok kullanılan meşhur bir söz vardır: “Taşı delen dalgaların gücü değil, sürekliliğidir.” diye, zaten toplam kalite yönetimindeki KAİZEN felsefesinde esas amaç, az da olsa her gün sürekli gelişmek ve iyileştirmektir. KAİZEN, daha iyiye ulaşmak için, küçük ama durmak bilmeyen sürekli adımlarla ilerlemeyi önerir.
Peygamber Efendimiz, bir hadisinde, Allah katında yapılan amellerin (işlerin) en makbulünün, az da olsa sürekli (devamlı) yapılan amelde olduğunu zaten bize bildirmiş ve büyük sırrı elimize vermiştir. Büyüklerimiz, bu hadisi iyi anlamış olacak ki boşuna dememişler, “istikamet, kerametten üstündür” diye.
Olayın diğer boyutuna baktığımızda ise, bu kısır döngüden kurtulmak için yeni bir şeyler yapmak gerektiği de ortaya çıkıyor. Einstein, “hep aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar beklemek, aptallığın belirtisidir” der. Senin içinde, zihninde bir şeyler değişip gelişmeden, maalesef dış dünyada pek fazla bir şey değişmiyor, değiştiğini zannediyorsak da bu sadece kendimizi teselli ettiğimiz ya da kandırdığımız bir illüzyondur.
Size, meşhur “mea culpa” sözünü demeyeceğim ama hatalarımız ve eksikliklerimizin farkına varıp, aradaki ilişkiyi dürüstçe görüp kabullenmedikçe ve kurban rolünü oynamayı bırakmadıkça, hayat kendini tekrar ediyor. Zaten bu nedenle insanoğlunun cahillik boyutunda, tesadüfler, şanssızlıklar, kader kurbanı olmalar ve bütün negatif olaylar, insanın karşısına çok çıkan, sürekli sarıldığı mazeret ve illüzyonlardır. Cahillik boyutunda yaşayan kişi, kendini şanssız, talihsiz ve kader kurbanı olarak görür ve sürekli şikâyet eder. Kişinin, cahillik boyutundan, ikinci boyut olan çıraklık boyutuna geçiş bileti ise; bilmediğini bilmesi ve bunu kabul ederek, kendisine bir hedef koyup eyleme geçmesidir. İllüzyondan çıkış için küçük ama çok etkili bir adım.
Bununla birlikte diğer bir yön ise; yarım bırakılan ve sonuçlanmayan her çalışmanın, özgüven törpülenmesine de sebebiyet vermesidir. Özgüven ise, liderlik ve başarının arkasındaki en büyük güçtür. Örneğin; zayıflamanın ya da kilo almamanın, normal durumlarda şartı belli; neyi ne kadar yediğine dikkat eder, midenin üçte birini yemek, üçte birini su ve geri kalanlar, üçte birini de nefes almak için kullanır, düzenli yürüyüş ya da imkânın varsa spor yaparsın olur biter. Oysa insanlar, her gün değişik isimlerle çıkan mucize diyet ve tekniklerin peşindeler.
İnsanoğlunun emek, zaman ve bedel ödemeden, “sihirli değnek” ile hemen istediğine kavuşma arzusu ne zaman tükenecek? Üç günde İngilizce öğrenmek, beş günde bolluk ve zenginliğe kavuşmak, üç beş günde on kilo vermek, iki günde kişisel gelişim uzmanı ve yaşam (öğrenci) koçu olmak vb. Oysa siz, gerekli bedeli ödediğinizde, sizin olanlar zaten size gelecektir. Bedel ödemeden asla olmaz. Önce bedel…
Anlayalım artık; istediğimiz şeyi ya da istediğimiz değişimi bize hemen verebilecek “sihir” diye bir şey yok, çünkü yaşamın kendisi zaten bir sihir. Her zaman savunduğum ve “Yaşam Sihirbazı” adlı seminerimde sloganım olan bir cümlem var: “Yaşam bir sihirdir ve sihirbaz sizlersiniz.”