Moğolistan’da tarihi yeniden yaşamak
Derin derin nefes alıyoruz, burnumuzda yüzlerce yıllık tarihin sindiği toprak kokusu. Bazen saçlarımızın arasına giriyor kumlar, uçsuz bucaksız bozkırda ilerlerken, bıraktığımız belli belirsiz izleri takip eden rüzgar peşimizde…
Yüksekte uçan kartal kanatları gölgesinde, keçi – koyun sürülerinin peşinde idik biz . Uçsuz bucaksız bozkırda taylarını gezdiren atlarla yarıştık, yorulup kaybettik gökyüzünü çepeçevre saran ebem kuşağının seyrine daldık teselli için.
Üşüdük, kıl çadırlar içinde sobamızı yaktık ısıttık geceleri. Geçmişe yolculuk yaparken derin uykuya daldık, bazen düşler gördük uyandık.
Orhun abidelerini görünce atalarımızı andık, deltanın kıvrımlarında özgürlüğün sınırsızlığına uzandık.
Zamana direnircesine duran Cengizhan’ın heybetini gördük dipsiz bozkırın tam ortasında.
Kötü ruhların kovulduğu Budist tapınaklarında huşuya dalıp, her tepe başında günahlarımızdan arınmak için Ouvalara vardık. Dilek taşlarından yığın olmuş tepelere yaklaştık ,çakıl taşları topladık ortasına attık etrafını üç kez tavaf ederken.
Atların altın yelesine, develerin sıcak ensesine tutunduk ayağa kalktık.
Bağrımızı efil efil esen rüzgara verdik, yanık Moğol ezgileri söyleyen seyislerin mahçup nezaketinde…
Bitmek bilmeyen gündüzler içerisinde uzun uzun yaşadık sonsuz gibi gözüken zamanı.
Kırmızı gagalı Chough kuşu ötüşü ile bazen bozkırda bazen çölde yada çam yeşili mis kokulu bir ormanda uyandık …
Sabahları çöl güneşini uyandırdık akşam olunca yatırdık, dağıttık renklerini bulaştırdık uçsuz bucaksız gökyüzüne .
Ufuktaki mavi bir boşluğu su sandık, kara gördük bulut sandık yok değilmiş kandık, serapmış meğer …
Yaklaştıkça küçük kasabalara mavi, kırmızı, yeşil rengarenk çatıları ahşap çitten bahçeleri olan minik evleri görüp masal sandık, değilmiş.
Bir çölün ortasındaki kanyonda, erimemek için direnen buzulu gördük şaşırdık sıcağa olan sağlam direncine .
Yüksek sivri tepeleri olan zifiri kayaların pırıl pırıl ışıltısını yağmur sandık dokunduk hissettik değilmiş.
Gobi’ ye vardığımızda, uçsuz bucaksız ipek kum tanecikli eteklerine yattık, tepelerine tırmandık, izler bıraktık sonra aşağılara yuvarlanıp kara tombul minik kum böceklerinin nazik ısırışı ile gıdıklandık.
Gözleri gözlerimize , elleri ellerimize değen ay yüzlü pembe yanaklı çekik gözlü çocuklar gördük, akıttık sevgimizi kalplerine. Sonunda karşı koyamadık, Moğolistan’ın uçsuz bucaksız sımsıcak topraklarının huzurla saran derin enginliğine bırakırken bedenimizi, dönüp bir de kendimize baktık, meğer ne kadar minicik bir zerre imişiz !!!
“Aslında Yokken Biz Kendimizi Var Sandık “