Mükemmelliğin neresindesin?
Mükemmellik… Her baktığımızda görmeye, her dinlediğimizde duymaya, her nefesimizde bilmeye çalıştığımız… Göremediğimizde, yok olurmuşçasına çileden çıktığımız, yüreğimizi görünmez iki el ile sıkıştırıp dağlayan, tüm hücrelerimizi öfkenin karşı konamaz ateşi ile dolduran, ejderhanın ateş püskürtmesi gibi dilimizle ateş saçmak için yanıp tutuştuğumuz mükemmellik…
Bu kadar yoğun ve yüklü hissederken bakamadığımız, duyamadığımız, koklayamadığımız ve daha da acı olanı; hissedemediğimiz hiç aklınıza geliyor mu? Bilmiyor muyduk ya da biliyorduk da hatırlamıyor muyduk?
Çocukken oyun aralarımızda salçalı ekmek yemek kadar küçük bir eylem bile bize mükemmel gelirken, büyüdükçe ne oldu bize de karşımıza çıkan her şeyi eleştirir, bir kusur bulur ve değersiz görür olduk? Değersiz varsaydığımız gördüğümüz müydü yoksa kendimizi değersiz görmenin yansıması mıydı? Acaba her bulduğumuz kusur, bizi kusursuz mu yapıyor sanıyorduk? Yoksa neden her defasında bizi özümüzden uzaklaştırmakta ısrar ederiz ki? Ne dersiniz? Acı mı bize haz veren yoksa? Yoksa keyif almayı mı bıraktık çocukluğumuzun hesapsız günlerinde? Sahi ne oldu da o günlerde, şimdi bu haldeyiz?
Sevdiğimiz insanı, bir zamanlar duygularımızı, düşüncelerimizi, göz yaşlarımızı, neşemizi, heyecanımızı, endişelerimizi, planlarımızı ve hedeflerimizi, hayallerimizi yani hayatımızı paylaştığımız o kıymetli insanla ilişkimizde neler oluyor şimdi? Sevdiğimiz, âşık olduğumuz insanda bizi rahatsız eden şeyleri görüp, içimize kapanmamıza ve nasıl böyle yapar ya da nasıl böyle davranır diye ne zaman içten içe sormaya başladık kendimize? Neden anlamıyor beni, neden rahatsız olduğumu söylememe rağmen beni dinlemiyor, anlamıyor ve yine aynı davranıyor diye sormaktan kendimizi alamaz olduk, peki neden? Beni eskisi kadar sevmiyor diye mi düşündük çünkü mükemmel olsun istiyorduk her şeyin ilk anlardaki gibi. O mu değişti yoksa biz mi artık O’na aynı bakmıyoruz? Hangi anda vazgeçtik yüreğimizle bakıp O’nun özünü görmekten?
Öyle ki mükemmel bir kaos ürünü evreni, tüm insanlarıyla, bitkileriyle, hayvanlarıyla, toprağı, kayası, okyanuslarıyla, gezegenleri, galaksileri, milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki hala keşfedilmemiş boşluklarıyla yaratan Yaratıcı, mükemmel yaratamamış mıydı bunca şeyi? Hani düşünememiş miydi, bilememiş miydi, tahmin edememiş miydi bizim beğenmediklerimizi, şikâyet ettiklerimizi, yaratmamayı? Evet… Biliyorum… Böyle bir olasılık olmadığını siz de biliyorsunuz içinizde, yüreğinizde bir yerlerde. O bilme haline şans verip, özünüzden gelen bilme halinden emin olma haliyle barışmayı neden erteledik? Nedir o zaman bize engel olan mükemmel olduğumuzu bilmemize belki de bildiğiniz o şeyi hatırlamanıza?
Bir sorun kendinize; en son aynanın karşısına geçip gözlerinize sevgilinize bakar gibi kalbinizle baktığınızı ve size söylediklerini anlamaya çalıştığınızı? Her gün onlarca insanla konuşup, gözlerine, vücut diline bakıp anlamaya çabalarken acaba kendinize ne kadar vakit, enerji ayırdınız ve sabır gösterdiniz size sizi anlatmasına uzun uzun?
En son ne zaman sevdiğiniz bir şeyi yaparken, onu tüm benliğinizle, bedeninizle, kalbinizle, ruhunuzla hissettiniz? Hani sizi başka diyarlara götüren -ne geçmiş ne gelecek- nefes alıp verme anında sizi huzur içinde tutan olmak anından bahsediyorum. Ne kadar az değil mi hatırladıklarınız? Belki hatırlayabildiğiniz böyle bir anınız çok acı ki, yok!
Daha neyi bekliyorsunuz? Mükemmel yaratılmışken, ısrarcı mısınız yaşadığınız versiyonunuz ile yolunuza devam etmeye? Var mı cesaretiniz her yaratılandaki mükemmelliği görmeye, duymaya, hissetmeye? Hem kolay hem de zor bir yolculuk için hazır mısınız? Mükemmelliği yaşamaya alışkın olmayan yanınızı fark ettiğinizde, ondan daha önce neden özgürleşmediğinizi sorup canınızı acıtacaksınız belki. Şimdiye dek tüm yargıladıklarınız, şikâyet ettikleriniz, nefret ettikleriniz aklınıza gelecek ve bu halinizle neden daha önce yüzleşmediğinizi soracaksınız kendinize. Şunu siz de biliyorsunuz ki özünüze attığınız ilk adım, sadece siz gerçekten hazır olduğunuzda atabileceğiniz bir adımdır.
Aldous Huxley diyor ki: “İnsanın tüm evrende kesin olarak düzeltebileceği tek bir şey vardır: Kendisi.”
Değiştirebileceğiniz, elinizde tek ve sadece size ait, sizin bildiğiniz ‘kendiniz’ varken daha ne için kendiniz dışındakileri değiştirmeye çalışıp, değiştirememiş olmanın acısı içinde kıvranmayı sürdürüyorsunuz?
Tüm sorularda özünüzle bütün ve Yaradan’ın özünden bir hediye olduğunuzu bilerek, anlayarak, hissederek yaşamak istediğinize karar verirseniz, bir yerden başlamak için önce kendinize, kendiniz olma iznini ve hakkını verin. Virginia Blanes’in “Ego’dan Benliğe” kitabını anlatmak için yazılmış bu cümle, tüm hayatımızın aslında kendi gerçekliğimizi yaşamak için bir hediye olduğunu apaçık söylüyor. “Ruhu, şimdinin en ideal halini gerçekleştirmeye, bu hayatın sunduğu harika fırsattan zevk almaya bir davettir.”
André Gide’nin de dediği gibi “İnsan, kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemedikçe, yeni okyanuslar keşfedemez.”
Şimdi soruyorum her birinize; Her şeyin mükemmel olduğu gerçeğiyle yüzleşmeye ne kadar cesaretiniz var?
Mükemmelliğin neresindesin, neresinde olmayı hak görüyorsun kendine?
Şermin Çetin
Sevgilerimle, Şermin Çetin
Mühendis, Regresyon Terapisti, Profesyonel Koç ACC SCPC, EQ- Duygusal Zeka Uzmanı
Detaylı Bilgi için web sitemi ziyaret edebilirsiniz. w ww.sermincetin.com.tr