Paris gezi notları!
Paris oldum olası en çok merak ettiğim şehirlerden biri olmuştur. Büyük savaşlar, çetin devrimler, sosyal sınıf geçişleri ve bir çağın kapanıp yeni bir çağın açıldığı bu eşsiz şehir ile ilk tanışmam 2010 yılının başına rastlar.
Şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, o tarihten bugüne Paris benim için içindeyken çok sevdiğim ve uzaktayken derin bir özlem duyduğum bir şehir olmuştur.
Öncelikle ulaşım konusu ile başlamak istiyorum. İstanbul’dan yaklaşık 3.5 saatlik direkt uçuş ile Paris’e varabiliyorsunuz. Fransa’nın başkenti ve en büyük şehri olduğu için ulaşım ağı oldukça geniş. Gezilecek yerler çok fazla olduğu için yürüyerek gezmek pek mümkün değil. Bütün şehri yaklaşık yirmi kilometrelik bir daire çizerek bir gün içinde yürüyerek gezmişliğim var ama siz yine de metroyu tercih edebilirsiniz?
Şehri tamamıyla saran Paris metrosunda bilet fiyatları çeşitlerine göre değişiyor; “tek binişlik bilet, günlük, haftalık veya aylık sınırsız biniş” şeklinde bilet ve indirimli pass kartlar var. Ayrıca tek binişlik biletler var ve bu bileylerin 10’luk koçan şeklinde olanı yaklaşık %20 kadar daha ucuza geliyor. Günlük, haftalık ve aylık pass kartlar ise “carnet” denilen 10’luk biletlere göre genellikle daha avantajlı olabiliyor, tercih sizin. Metro istasyonları ilk defa deneyenler için biraz karmaşık gelebilir çünkü aynı ray üzerinde birbirinden farklı metrolar ile farklı rotaya ulaşım sağlanabilmekte. Özellikle inip bineceğiniz durakları telefon uygulamalarından baksanız bile karıştırma riski mevcut. Bu yüzden diğer yolculara gitmek istediğiniz yeri sorarak ilerlemenizi tavsiye ederim.
Paris’in ne kadar popüler bir destinasyon olduğunu söylememe gerek yok. Bu durum otel fiyatlarına da yansımış durumda. Konaklama fiyatları gerçekten de pahalı. Biz Türkler de gezmeye gittiğimiz yerlerde otele çok para vermeyi gereksiz buluyoruz. Çünkü odaya sadece uyumaya gidiliyor. Paris’te nerede kalınabilir sorusuna gelince Opera bölgesi Galleries Lafayette ve Printemps alışveriş merkezlerinin olduğu, sokak satıcılarının ortamı şenlendirdiği çok canlı bir muhit. Ulaşımı da gayet rahat. Alışveriş merkezlerine yakınlığı sayesinde aldıklarınızı otel odasına bırakıp alışverişe devam edebiliyorsunuz. Ayrıca üzerinde Sacre-Coeur’un da bulunduğu Montmarte Tepesi de favorilerim arasında. Eğer bütçenizi biraz daha yukarı taşırsanız Eiffel Kulesi civarında veya Saint Germanin Des Pres bölgelerini de tavsiye edebilirim.
Paris denilince akla ilk gelen yerlerden biri hiç şüphesiz en ünlü caddesi Avenue des Champs-Élysées yani Şanzelize. Bu caddenin bir ucu Concorde
Meydanı ve dikilitaş, diğer ucu ise Arc de Triomphe yani Zafer Takı. “Peki Şanzelize’de ne var ki?” dediğinizi duyar gibiyim. Cevap vereyim: Neler yok ki? Ünlü markaların muhteşem dizaynlı vitrinlere sahip mağazaları, sevimli pasajlar, önünde uzun kuyruklar oluşturan Asyalıları görebileceğiniz Louis Vuitton ve makaronları ile ünlü La Durée pastanesi… Mümkünse mağazalara dalın, bol bol alışveriş yapın, ara sokaklara girip çıkın ve La Durée’de bir makaron molası vermeyi de ihmal etmeyin.
Paris denince akla müzeler de geliyor hemen tabii ki. Özellikle Louvre Müzesi gerçekten de önünde sıra beklemeye de, içinde saatler harcamaya da değer. Burası dünyaca ünlü Mona Lisa ve daha bir çok önemli eser barındıran ve günlerce gezilip tam anlamıyla bitirilemeyecek bir yer. Bu arada Louvre’un girişindeki piramitin ucuna parmağınızı koyup fotoğraf çekilmezseniz Paris’e gittiğiniz sayılmaz, hatırlatayım dedim? Öte yandan Musee d’Orsay yani Orsay müzesi de Paris’in 2. önemli müzesi. Eski bir tren garını müze haline getirmişler. Seine nehri kenarında gezerken buraya da uğramayı ihmal etmeyin derim. Son olarak Musée de l’Armée yani Dünyanın en kapsamlı silah, zırh ve tarih koleksiyonuna sahip olan ordu müzesini gezmenizi tavsiye ederim. Özellikle askeri konulara meraklı olanlar için kaçırılmaması gereken yerlerden biridir.Paris’in en çok sevdiğim yanlarından biri de “Gözünüz park görsün,” dercesine özenle inşa edilmiş parkları sanırım. Jardin des Tuileries, Bois de Boulogne ve Lüksemburg Bahçeleri gibi meşhur parkları gezerken hemen her yerde karşılıklı satranç oynayan, güvercin besleyen ya da spor yapan insanları görebilirsiniz. Tabii bu arada parkların temizliği ve bakımlılığı da gerçekten hayranlık uyandırıcı.
Ve Paris’in simgelerine değinmeden olmaz tabii ki. Eiffel Kulesi’nden başlayayım. Kule 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Expo 1889 Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiştir. İlginçtir ki, kule Parisliler tarafından hiç beğenilmeyen, metal yığını olarak görülen bir yapıdır. Şöyle de bir hikaye anlatılagelir, Fransız yazar Guy de Maupassant kule inşa edildiğinde Paris’i terk etmiş, ama şehre her geldiğinde de kulenin birinci katındaki kafelere otururmuş. Bu davranışının sebebi sorulduğunda da “Burası Paris’in en güzel göründüğü, yani Eyfel kulesinin görünmediği tek yer de ondan” diye cevap vermiş. Her ne kadar beğenilmese de Eyfel kulesi hem Paris’in hem de Fransa’nın sembolü haline gelmiş. Önünde fotoğraf çekilmezseniz olmaz! Ayrıca 300 m uzunluğundaki kuleye çıkmak en önemli Paris aktivitelerinden olsa gerek. Kulenin 1., 2. ve en üst katına çıkılabiliyor. Merdiven daha az beklemeli, daha ucuz ama daha yorucu seçenek.
Paris manzarasının bir başka adresi de Montmarte ya da Ressamlar Tepesi. Burada Sacre Coeur Kilisesi karşılıyor bizi. İlginç bir mimariye sahip kilisenin içine girebilirsiniz. Biz gece çıktığımız için dış cephe aydınlatması binayı sarı renk göstermiş, normalde beyaz. Daha sonra kilisenin arka tarafına geçip Montmare bölgesinin meşhur ressamlarıyla tanışabilir, ayaküstü portrenizi çizdirebilir ya da bölgedeki tarihi yapıları ziyaret edebilirsiniz. Bu bölgede hediyelik eşyacılar ve kafeler de var. Meşhur kırmızı değirmen Moulin Rouge’da bu bölgede kalıyor.
Benim gibi tarihe meraklı olan herkesin görmesi gereken bir başka şehir sembolü de sanırım Les Invalides‘tir. Burası Paris’teki en önemli komplekslerden biridir. XIV. Louis tarafından savaş gazileri için yapılan bu kompleks içinde hastane, müze ve kilise gibi birçok önemli yapı bulunuyor. İçinde yer alan önemli bölümlerden biri Napolyon’un mezarının bulunduğu Dome Kilisesi’dir.
Ve tabii ki Arc de Triomphe yani Zafer Takı. Bence burası Champs Elysees’nin en güzel izlenebildiği yerlerdendir. Elli metreden biraz daha yüksektir ve şehir merkezinin büyük bir kısmı buradan görülebilir. Burası 1806 tarihinde dönemim Fransız lideri Napolyon’un isteği üzerine yapılmasına karar verilmiş. Ne var ki Napolyon asla bu yapının tamamlandığını görememiş, ölümünden çok sonra inşaatının tamamlanmasıyla halkı tarafından buradan geçirilmiştir. Ayrıca Hitler’in 2. Dünya Savaşı’nda Paris’e Zafer Takı’nın altından geçerek girmesi de yapının önemini bir kez daha vurgulamaktadır.
Gelelim yemek faslına. Paris’te kahvaltı anlayışı kruvasan eşliğinde kahve. Bunu denediğimiz gün kahvaltıdan 1-2 saat sonra karnımız zil çalmaya başlayınca bir daha tekrarlamaya gerek olmadığını anlayacaksınızdır? Ayrıca Paris’te krep çok meşhur. Tavsiye üzerine bir çok çeşit deneyebilirsiniz. Genel olarak gerçekten lezzetli ve hafifler. Montparnasse krepçilerin yoğun olduğu bir bölge. Akşam yemeği için size sizlere bir kaç tavsiyem olacak. Birincisi Ördek. Confit de canard, ördek confit, ördek butundan yapılır. Paris’te çok iyi yapan restoranlar vardır. Sevimli hayvan yememe kurallarınız varsa bolca yiyin? İkinci olarak kaz ciğeri. Bu seçenek hayvan dostu, hayvan hakları savunucu dostlarımızı üzecek bir seçenek. Üçüncü olarak Entrecote de Paris yani Paris antrikotudur ki, Paris’te yenilecek yemeklerin başında gelir. Dördüncü olarak salyangozu denemenizi öneririm. Bunu sıra dışı seçenek diye sunmuyorum. Paris’te ne yenir seçeneklerinde bence en üst sıralarda. Özellikle yeşil, sarımsaklı sosuyla kesinlikle denemeniz gereken bir lezzet. (Klişe bir benzetme yapmam gerekirse tadı midyeye yakın. Korkmayın deneyin). Ve son olarak tabii ki kurbağa bacağı? “Hayda!” demeyecekler için kurbağa bacağı farklı bir deneyim olabilir. Kurbağa bacağı Fransız devrimi öncesi fakir halkın Fransız mutfağına kattığı lezzet olmuştur. Fakat bu sizi yanıltmasın, fiyatı genelde pahalıdır.
Son olarak vaktiniz varsa 1 gününüzü de Disneyland’a ayırmayı unutmayın derim.
Paris gezmekle de anlatmakla da bitecek bir yer değil. Paris her gittiğimde -ki bu sayı şimdiye kadar beş oldu- beni farklı bir şekilde etkilemeyi başaran bir şehir. Kaç kere gitsem de bıkmam diye düşünüyor, herkesin ömründe en az bir kere Paris’i görmesini diliyorum?
Selman AŞOĞLU