Polyanna kadar mutlu yaşamak
Hepimizin aşk, para, kariyer, sağlık gibi bir çok kavramın peşinden koşarken aslında aradığımız şey aslında çok basit. Aslında “Mutlu olma” peşindeyiz. Bazılarınız belki itiraz edeceklerdir, ben insanlara yardım etmenin peşindeyim ya da iyi bir şey üretmenin gibi yanıtlar gelecektir.
Peki, neden insanlara yardım etmek bu kadar önceliklerimiz arasında? Mutlu etmek, mutlu edince mutlu olmak için olabilir mi? Her kavrama bakıldığında aslında altında bizi harekete geçiren dinamik belki de mutlu olmak. Sevilmek, değerli olmak, huzurlu olmak, güvende olmak hepsi farklı noktalar olsa bile hepsi mutluluk gibi tek bir kelime altında birleşebilir.
Kişisel gelişimciler bu yönden bakınca insanlara mutluluk yollarını üreterek, tüketim malzemesi haline getirdiler. Evimizdeki ekmekten daha çok zaman ve para harcadığımız bir sektör oldu. Sakın yanlış anlamayın, bence de en önemli şeylerden biri. Yaşamda mutlu hissettiğiniz bir sabahı düşünün, güne gözlerinizi açtığınız… Omzunuzda hiçbir yük olmadığını, ferah ve hafif hissettiğinizi… Tüm günü sadece gülmek ve gerçekten yaşamak için ayırdığınızı.. Düşünmesi bile bizi mutlu ediyor, değil mi? Hepimiz öyle bir hafta geçirmek için servet ödeyebilirdik. Hiçbir sorumluluğun, acının, düşüncenin, yapılacak işin olmadığı. O yüzden yılda 15 gün olan senelik izinlerimiz için canla başla çalışıyoruz, tüm yıl o 15 güne ulaşmak için. Mutluluk bu kadar uzak mı derseniz bence tanımlamalar da sıkıntı var derim. Mutluluğu tanımlamalarda..
Çoğumuz Polyanna gibi bir masal kahramanı bir kızın hayatın getirdiklerini nasıl mutlulukla ve umutla karşıladığına dair masallarla büyüdük. Asık suratlı onu istemeyen yaşlı bir adama gidip her sabah zorla onun perdelerini açıp ona gün ışığı getirmesin ve sonunda da adamın yüreğine de gün ışığını getirmesini izledik. İlham kaynağı oldu, hepimiz asık suratlı, bizi aramayan, mesajlarımıza cevap vermeyen aşklara gittik. O kişilerinde yüreklerine inanır ve umut edersek aşk getirebileceğimizi düşündük. Ama aşkımız tükendi.
Mobing uygulayan, fazla mesaiye bırakan, yaptığımız işten memnun olmayan patronlara tüm saçlarımızı süpürge ettik, diğerlerinden daha canla başla çalıştık. Üzerimize daha fazla mesai, daha azalan maaş olarak döndü.
Ve belki de giderek Polyanna ile başlayan inanca ve umuda dair parçamız gerçek yaşama karışır karışmaz eridi gitti. Mutluluk imkansız mıydı? Güzel şeyler, güzel davranınca dönüşmez miydi? Aksi, huysuz bir ihtiyar gibi davransak birileri bizi mutlu etmeye geldiği için daha mı şanslı olurduk? Belki de insanlar o yüzden hasta, sorunlu olmayı kabul ettiler. Çünkü onlara enerji ve gün ışığı akıtacak inanan insanlar olsun diye. Kendi ışıklarını tükettikleri için…
Bu da büyüklere Polyanna masalı oldu. Yolun devamında bir üçüncü şık vardı, yaşamı olduğu gibi görmek, haz ve acının dengesini kurabilmek. Yoklukların, mutsuz eden şeylerin bizleri nasıl mutlu edeceğine dair pusula olduğunu görebilmek vardı. Çoğumuz tükendiği yerde kaldı.
Oysa size ait olmayan bir eş seçtiyseniz sadece olumlu olup bardağın sadece dolu tarafına bakmak yetmez. Bardağın boş tarafını da görebilmeniz gerekiyor. Önemli olan bardağın ne kadarının dolu, ne kadarının boş olduğu. Boş olan tarafı doldurma esnasında kendimizi ve hayatı keşfediyoruz aslında. Bizi neyin mutlu edeceğini, nasıl gelişip hayata farklı bakabileceğimizi, emeklerimizin nerede ve nasıl karşılık bulabileceğini… Ben o yüzden o bardağın boş kısımlarını seviyorum, gerçek doluluğu o boşalan bardakların dolması ile insan elde ediyor. Polyanna kadar değil, gerçekten mutlu olabilmeniz dileğiyle..