Sevgisizsiniz…
“İnsanın kendi dışında umut araması yalnış bence. Eviniz bir gün taze ekmek kokabilir, bir başka gün duman ve kan. Bir gün bahçıvan parmağını kestiği için bayılabilirsiniz, bir hafta sonra, metroda, bombalanmış çocukların cesetlerine basabilirsiniz. Gerçek buysa, ne umudunuz olabilir ki?
Savaşın sonlarına doğru, ölmeye çalıştım. Her gece aynı düşü görüyordum. Sonunda uyumaktan korkar oldum ve hastalandım. Bir çocuğumun olduğunu görüyordum düşümde. Düşte bile, çocuğun benim yaşamım olduğunu seziyordum. Çocuk geri zekalıydı. Kaçıyordum ondan. Ama o eteklerime tutunarak kucağıma tırmanıp duruyordu. Sonunda, onda bana ait bir şeyi öpebilirsem yeniden uyuyabileceğimi keşfettim.
O zavallı yüze eğildim, çok korkunç bir şeydi. Ama öptüm onu.
Sanırım, insanın, eninde sonunda, kendi yaşamını kollarına alarak öpmesi gerekiyor.”
Leo BUSCAGLIA, Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek, s:91, 1982
Kederlenmiş kederlerimizle haşır neşir bir yaşamı, çok fazla an’ı , hazzı, aydınlanmayı teğet geçerek tüketiyoruz….
Sahnede kavgalarımızı hep başkalarıyla oynarken, perde arkasında kendimizin yarattığı büyük ve acınası bir trajedi saklı.
Korkuyoruz,
Onay alamamaktan, takdir görmemekten, sevilmemekten ölesiye korkuyoruz…
Uykusuz gecelerin içinde cirit atan Karabasanlar, hep tepemizde…
Bir türlü yetemiyoruz, yetmiyor tüm o çabalar, kurgular ve çılgınca kontrol planları….
En içimizde bir yerlerde, oralara kimlerin yerleştirdiğini bilemediğimiz sevgi açlığı çeken, köşeye kıstırılmış parçamız uykuda. O saf sevginin önünde dikenli bir tel gibi, engel.
İstiyoruz, hemde ölesiye istiyoruz.
Her türlü açlığa , susuzluğa razı, azimle bekliyoruz…
Birileri kısık sesle bile söylese, kalbimizden duyabilmeyi istiyoruz.
Şerazesi şaşmış terazi kantarı gibi, bir aşağı bir yukarı sallanıyoruz.
Birilerinin ağzından çıkacak küçücük bir yerme ile diplerde,
Çıkar dolu savruk ve yersiz övgülerle göklerdeyiz.
İçimizin boşluğunu doldurmak için istiyoruz,
Sevilmeyi istiyoruz…
İşin aslı en çok kendimizi sevebilmeyi umuyoruz, henüz net bir şekilde yüzeye vurmamış hali ile…
Bu nasıl bir engel ki? Benimle, benim armada duran..!
Annemiz ve babamız tarafından tanıştırıldığımız bu kutsal duygu, bizim hayatı algılama şeklimize dönüşür süreç içinde…
Onların sevgi anlayışına göre şekle şemale bürünürüz.
Tıpkı bir marangozun atölyesinde yontulmayı bekleyen, koca bir kütük gibi, bize biçileni alırız usul usul.
Kısıtlayıcı, engelleyici veya mükafat olarak takdim edilen sevgi, karşılıksız olmayınca, işte tam o zamanlarda başlıyor bizim kendimizle olan bitmek tükenmek bilmeyen sınavımız.
Kendimizi sevebilmemiz için yeterince iyi olup olmamamıza karar veren merciler, bize koşullu sevgiyi öğretmiş olurlar böylelikle. Hayatımızdaki her deneyimi, başarı veya başarısızlık olarak tanımlamaya başlarız..
Yetinme, tatmin ve kazanç ile ilgili, başkaları tarafından yükseltilen çıtalar, zaman geçtikçe oramıza, buramıza batmaya, bizi yaralamaya başlar…
Psikoterapi koltuklarında en çok merak edilen şey, ebeveynlerimiz tarafından inşa edilen sevgiyi, algılama biçimimiz olur…
Sizi siz yapan her bir hücreniz, bir komuta merkezi tarafından bilinçsiz farkındalık düzeneğine göre kodlanır…
Annemin de bir annesi vardı, Anneanneminde bir annesi vardı ve onunda ve onunda bir annesi vardı…
Annem, silsile yolu ile öğrendiği ve öğrendiği şeyin tam olarak nelere mal olacağını bilmeden, tüm o kayıtları bana aktardı, tıpkı bir bilgisayar veri tabanı gibi ve tabii babamda.
Bu kadar büyük günaha, bu kadar büyük bilinçdışı tavır ve tutum, her halde hiç bir dizilimde gerçekleştirilemezdi.
İnsanlık topyekûn aynı illetten mustarip düşünsenize.!
Ağlanacak halimize, gülecek halimiz bile yok.
Peki şimdi ne mi olacak?
Bunca kaydın yükü ancak, sırtımızda üzüntü dolu, keder kaplı bir biz yaratmak olur, eğer hemen yeni, bilinçli bir seçim yapmazsak.
Kimbilir ne çok hatalara, deneyimlere imza attık, bilmeden, anlamadan, farkında olmadan acemice.
Tek müsebbibi, ağzımız dolu dolu söylemek istediğimiz, duymak istediğimiz sihirli bir kelime,
SEVGİ…
Yeniden başlamakla ruhumuzu özgür kılabileceğimizi öğrenebilirsek, bu bize iyi gelir.
Döngünün bizimle baştan yazılabileceğini öğrenebilirsek, yeniden yapılandırabilirsek kalan hayatımızı, bu bize iyi gelir.
Kendimizi sevmekle başlayacak hak edişlerin, hemen avuçlarımızda durduğunu, ancak korkularımızı savurarak ruhumuzu kucaklayabileceğimizi öğrenebilirsek, bu bize iyi gelir.
Ve bile bilirsek kendimizi gözlerimizden öperek, sıkı sıkı sarılarak, yola tutunma gücünü, defalarca, kucaklayabileceğimizi, bu bize iyi gelir.
Varlığımızın ancak bu sayede, gönlümüzde yeniden hayata karışarak, nefes alarak yola devam edebilecek olduğunu bilirsek, bu bize iyi gelir.
Aynı olumsuz deneyimleri eyleme dönüştürmekte,
Yüzleşmekten deli gibi korktuğumuz duygularımıza tutunmakta, ısrarcı olmamayı seçerek,
hayatımızı yeniden, cesaretle inşa edebiliriz…
Ve tabii, koşulsuz sevgiye, şefkate ve affetmeye dair o tohumu, önce kendimizde uyandırmayı öğrenebilirsek, bu da bize iyi gelir.
Hayat Bizden Bunu Bekler…
Dilek ÖLMEZ