DOLAR 32,5239
EURO 34,7437
ALTIN 2489,802
BIST 9524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Yaşam amacı

Siz hiç yaşam amacınızı kaybettiniz mi? Ben ettim, hatta bir daha hiç eskiye geri dönemeyeceğimi düşündüğüm anlar bile oldu. Yaşam amacını kaybetmek öyle karalık bir deneyimdir ki aslında tarifi zordur, ama yine de sizin o hissi bir kez olsun hatırlayabilmeniz için anlatmayı deneyeceğim.

Yıllar önce, macera peşinde koşmanın rutinim olduğu zamanlarda yine tehlikeli ne yapsam derken kendimi bir parasailing deneyiminin ortasında bulmuştum.

Parasailingin nesi tehlikeli derseniz, birkaç şehir efsanesi dışında ki çok da yabana atılacak şeyler değil, pek de bir tehlike yok aslında. Deneyimin güvenlik sınırlarına baktığınızda yaşanacak diğer maceralara kıyasla orta yaş emekli tercihleri sınıfına bile sokulabilir. Aslında ben de yükseklik korkusu olan biri olarak yükseklikle alakalı denenecek sporlar arasında suya düşmenin daha az riskli olduğunu düşünerek (tümüyle psikolojik biliyorum, benim de bir tıp doktoru olarak yeterince fizik bilgim var, ama her zaman olduğu gibi bilincin bilmesi yetmiyor, hikayede kazanan bilinçaltı oluyor) kendime göre güvenli bir macera seçimi yapmıştım.

Koç burcu olmanın verdiği yine sınır dışılık ile bilinçaltım teknelerin denize açılmayı ret ettiği, oldukça yüksek dalgaların olduğu bir güne bu deneyimi yerleştirmeyi yine başarmıştı. Her zamanki Türk yapı taşının özgüveni ve tanıdık olmanın kural tanımamayla saygı görmesinin birleştiği bir ülkede normalde iptal edilmesi gereken bir programı deneyimlemek için can yelekleri ile demirlere tutunarak tekneyi açığa alma çabamızla kayda değerdik.

Mahremiyetine zarar verdiğimizi düşünen dalgalar, teknenin gelişinden huzursuz olmuş, tekneyi üzerinden atmak istercesine savurup duruyordu. Teknenin içinde yerde otururken bile tutunmak zor olduğundan normalde paraşütün kemerleri belinizden geçerken korku duyacağınız yerde paraşütle yerden çabuk yükselsem de şu sürekli teknenin tahtalarına bacaklarımı, omzumu vurmaktan kurtulsam diye bakıyorduk.

Gerçekten tekneden uzaklaşmanın verdiği huzur, normalde yaşamanız gereken heyecandan sizi oldukça uzak tutuyordu. Fırtınadan dolayı dengeleyebilmek için sanırım, olması gerekenden biraz daha fazla yukarı çıkmıştım. Yukarıda iken sahilin ıssızlığı, yükselen dalgalar, yalpalayan tekne her şey yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Aşağıdakiler o kadar ufalmıştı ki artık mimiklerini seçemiyordum.
İşte o anda önce derin bir yücelik hissi içimi kapladı, var oluş tümüyle hiç tatmadığım bir duyguya döndü, sonra ise sanki uzay boşluğunda sürüklenen bir astronotun karmaşık duyguları beni sardı. Astronot bir yandan kimsenin deneyimleyemeyeceği bir var oluşun sırrına gözlemci olurken bir yandan da bir daha hayata dokunamayacak kadar canlılıktan uzağa sürüklenmenin karmaşasındadır. Tıpkı derin sularda sarhoşluğu yaşarken büyülenen dalgıçların bir daha dönmemek üzere canlılığını feda ederek deneyimin eşsizliğine kendilerini teslim etmeleri gibi bir başkalaşmadır o kopmalar.
İşte yaşam amacını yitirmek de öyle bir şey. Anlattıklarımdan bir kez olsun ucundan hissedebildiniz mi bilmiyorum ama yaşam etrafınızda tüm hızıyla akarken, insanlar kahkaha atarken, sıradan sohbetlerde yaşadıklarını hissederken siz sanki bir fanusun içinde elinizi uzatsanız da onlara dokunamamanın, bedeninizi yırtıp lime lime etseniz de hissedememenin sessiz ıstırapları ile boğuşursunuz.

Öyle bir yalnızlıktır ki o sessizlikte bile sizi ne gören ne duyan olur. Bir daha yaşama hiç dokunamayacağınızı hissedersiniz, yalnızlığın sizi boğacak kadar sarmalayacağını ve tek dostunuz olacağını… Ne bir adım ileri, ne bir adım geri hareket edebilirsiniz. Anlamsız bir yerde sıkışıp kalmışsınızdır.
Geçmişteki değerini bilmediğiniz yaşam kıvılcımlarını özlersiniz, kalbinizdeki huzurun akıcılığını, gelecekteki umudu. Ama öyle araf bir yerdir ki cansızlıkla yarı canlılığında arasında sıkışıp kalmanın, diri diri gömülmenin bir yansımasıdır.

İşte o anlarda çoğu insan yaşam amacını bulamamaktan korkar, bulamazsa bir daha hiç yaşama dokunamayacak olmasından… Ben bu konularda daha tuzu kuruyumdur, elbet ayağım iyice karanlığın dip toprağına değdiğinde geri yaşama zıplayabileceğim bir yer bulacağımı bilirim. Dibe doğru süzülürken karanlığın dokunuşları beni ürkütmez, beni ürküten ve asıl iz bırakanlar o karelerde yaşama dair kalan izlenimlerimdir.

Sevdiklerimin yanı başlarında iken sesimi duyamayışları, hayatın sistemin hoyratlığı, alkışlanan anlamların pervasızlığı… Beni tekrar ışığa döndürecek parçanın aslında etrafımda kurgulanan hayatta olmayışı… Yaşam sandığımız şeylerin aslında canlılığı örtecek aldatıcı bir oyundan ibaret olduğu. İşte, beni ürkütenler bu yolculuklardan kalan farkındalıklarım.

Belki de o yüzden yaşamda anlamlarımızı kaybediyoruz, tekrar en azından bir kez olsun yeniden ışığa dokunabilmek için… Karanlıkta kalmış parçamızı gidip geri alabilmek ve yaşama tekrar getirebilmek için. Tekrar kendimizi gerçekten var hissedebilmek ve ruhumuzun gerçek yüzünü görebilmek için… Ruh kendini hatırlatabilmek, bizlere gerçekten nasıl mutlu olacağımızı gösterebilmek için her şeyi karartıyor, kendimizle baş başa kalıp yeniden kendimizi keşfedebilmemiz için bu deneyimi seçiyor.

Eğer öyleyse karanlık yolculuğumuzdan getirdiğimiz ıstıraplara ve yol gösteren nedenlere iyi sahip çıkmamız gerekiyor, gerekiyor ki tekrar uyuşturulup canlıyız zannederken donuklaşmayalım. Ama çoğumuz yaşama geri dönmüş olmanın coşkusu, dostlarına kavuşmanın heyecanı birleşince, yolculuğun yorgunluğu da eklenince gördüklerinden yeniden bir yaşam inşa etmek yerine, eski yaşamının aldatıcı kollarında uyumak üzerine kendini usulca bırakıyor.

Her seferinde derin uyku ve karanlık arasında mekik dokuyup duruyor. Nedenlerini hatırlamadığı için sonralarını da bulamıyor. Düşününce yaşam amacını kaybetmek denen şey bu aslında, eğer buysa ben hiç yaşam amacımı kaybetmedim. Siz hiç kaybettiniz mi? Sevgiyle kalın.


YORUMLAR

Solve : *
26 − 5 =


Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.