İstila
Kişilerarası iletişimde sorunu keşfetme, çözümleme ve dengeleme unsurları
İçler acısı bir fiyaskoya demir attı…
Klasik suçlama celseleri, ağız dolusu tehdit, sataşma, aşağılama, yerme ve değersiz hissettirme üzerine kuruludur…
Yıpratır, yaşlandırır…
Hayatınızı çekilmez, ziyan edilmiş, harcanmış ve istila edilmiş hissedersiniz…
“Sorun Sende” yaklaşımı, sorunun kaynağının siz olduğunuz gerçeğini al aşağı etmenize yetmez…
Tersine Çevirmeye ne dersiniz?
Neo, Morfeus’a sormuştu;
-Seçilmiş kişi gerçekten ben miyim?
Birlikte kahin’in yanına gitmişlerdi, dumanı üzerinde kurabiyeler ve fırfırlı önlüğüyle karşılamıştı kahin onları…
Tatlı bir tebessümün ardından patlatmıştı bombayı;
-Bunu ancak sen bile bilirsin…
Veee kapı eşiğinin üzerinde, TEMET NOSCHE yazılı tahtayı işaret etmişti…
“KENDİNİ BİL” diye bas bas bağırıyordu MATRIX bize.
Diyordu da demesine, bizim daha 100 fırın ekmeği, aslanın ağzından değil, kıçından bile alamayacak kadar tekinsiz bilmişliğimizi kim ne yapacaktı…!
Temsil sistemlerimiz nam-ı diger 5 duyu organımız, fani dünyanın ilk kutsal nefesinden itibaren, algılarımızın radarına takılan tüm faaliyetlerimizin kayıtlarını, kusursuz bir şekilde tutar ve saklar…
Aslına bakarsanız, başımız belada demektir…
Sizin bilmediğinizi bilir, unuttuğunuzu O asla unutmaz…
Canavarlar diyarı bilinçaltı daima nöbettedir….
Yüzümüzü güldüren neşe dolu anılardan ziyade, travmatik deneyimler, korku ve kaygılarla ilgili pek iç açıcı olmayan kodlar, her an gün yüzüne çıkmaya, hazır kıta bekler orada….
Yıllar yılları kovalar, birikir de birikir..
Biz unuturuz,
O, Unutmaz.
Bilincin altına ne zaman, neyi, hangi koşullarda, ne kadar sakladığımızı bilemeyiz…
Eğri oturalım doğru konuşalım;
Hangimiz otuzlu yaşlarında, 3 yaşında yaşadığı bir kaybı, istismarı veya trajediyi net bir şekilde hatırlayabilir?
Kalıcı olan O an hissettiğimiz, hayatımızın geri kalan kısmı için çığır açacak olan duylarımızın yarattığı tahribattır…
Zaman akar, akar, akar…
Kalbimizi sızlatan, kangren olmuş duygularımız evvel zaman sonra başımıza bela olur…
An gelir, öfke, kızgınlık, nefret, suçlama, manipülasyon, aşağılama, kaygı bozukluğu veya depresyon göstergeleriyle kıyameti kopartırız…
İstila başlamıştır…
Hücum her yerden gelir, başa çıkamayız olup bitenle, hatta kaynağını algılamakta zorluk çekeriz…
En akla gelmedik hallerle, Sadece çaresizce saldırırız…
Bilmeliyiz…
(Benden çıkan her bir şey,
Bu bir çiçek olabilir karşı tarafa uzattığım,
Bir bardak su olabilir,
Ellerimle hazırladığım nefis iki göz yumurta,
Yanaklarından akan göz yaşlarını sildiğim parmak uçlarım,
Alnına kondurduğum öpücüğüm,
Soğuk algınlığına karşı verdiğim vitamin kapsülü,
Veya
Kızgınlığım, öfkem, sevgim….
Hepsinde ben varım…
Beni var eden her şeyin ifade olmuş duygusu, eylemi var…
Saklamaya, örtmeye çalışsam da nafiledir..
O kendini hemen olamasa da, eni konu gün yüzüne çıkarır…
Kaynak ben olunca bu kaçınılmaz sondur…
Kendimi bilmem, ne ÇOK BİŞEYDİR…
Sahip oduğum olumlu yada olumsuz kaynaklar beni temsil eder ya)…
İşte bu, hayatınızın keşfidir…
Aksi taktirde önce kendinize, sonra yakın çevrenize ve topluma düşmanlık beslemeniz kaçınılmaz olacaktır…
Düşmanlık, sevgi beslemeyi bilmez,
İstila etmektir niyeti…
Karşılıklı kayıplar söz konusu olur malesef,
Savaşın kazananı olur mu?
Kendinizi bilmekle, sevmekle, kut’lamakla meşgul olunacak bir hayat, sistemle olan ilişkinizi dengeye getirecektir…
Kendinizle en vahim derdiniz, bir türlü sevmeye değer bulamadığınız ÖZ’ünüzdür…
Savaş, onunladır…
Köhneleşmiş kederlerinizle yaşlanmak istemezsiniz…
Sevin, gitsin…
Bakarsınız bir gün en yakın dostunuz, size aynadan bir göz çakar…
E çünkü, kendini Bilmek iyileştirir…
Dilek ÖLMEZ