Arete nedir ve neden hepimizin aretesi olmalıdır?
Eskiden “tertipli” insan diye bir şey vardı. İşini düzgün yapan, belirli bir kaliteyi her zaman gözeten, sözünü bilen, ahlaklı ve iyiliği öne çıkartanlar için kullanılırdı. Sonradan kavram çalışma masasının üstünü derli toplu tutmaya evrildi, küçüldü ve değersizleşti.
“Arete” şimdiki Yunanistan’da yerleşik eski Dor uygarlığının geliştirdiği aşağı yukarı benzer bir kavram. Mükemmellik ve sonuç odaklılıkla yapılan işlerin ahlaki yükseklik konumundan icra edilmesine dayanır ve tümüyle bireyseldir. Mesela bir askerdeki arete silahların bakımı, eğitim ve cesaret gibi şeylerden oluşurken, bir bankacıdaki arete piyasaları iyi gözleme, bilgi sahibi olma ve dürüstlük olarak kabul edilebilir. Her yaşam alanında iyilik, dürüstlük ve doğruluğun her an göz önünde tutulması ve yapılan işin bir tertip üzerine yapılması mecburiyeti vardır.
Eskiden tertipli bir tek insan bile toplumda büyük farklar yaratabiliyorken günümüzde bunun zorlaştığını, grupların bir arada çalışmaları ve düşünmeleri halinde farklılıklar oluştuğunu görebiliyoruz. Demek ki belki de artık “sosyal arete” diye yeni bir kavram üretmenin ve üzerinde tartışmanın zamanı geldi. Dilersek buna Türkçe “Toplumsal tertip” de diyebiliriz.
“Toplumsal tertip” elbette herkesin sabah kalkar kalkmaz yatağını toplaması değil, toplansa iyi olur ama çok bir yarar sağlamaz. Nasıl bir torna ustasının tertibi çıkarttığı işin hassasiyeti ile ölçülüyorsa ve bir öğretmenin tertibi öğrencilerine gösterdiği özenle doğrudan ilişkiliyse, toplumun tertibi yani aretesi de o toplumun ürettiği her şeyin mükemmellik, sonuç odaklılık ve doğrulukla bezenmiş olması demektir. Kelime oyunları ile adlandırılan çıkar gruplarının egemenlik kurmaya çalıştığı günümüz dünyasında toplumların kendini korumak için alacağı önlemlerin başında “Toplumsal tertip” gelebilir. Bu kelime oyunlu grupların bence en çarpıcısı “Neo-Con” (Yeni muhafazakar-Neo Conservative) dur.”Con” Amerikanca’da hem “mahkum” (Convict, ex-con eski mahkum) hem de “dolandırıcı” (Confidence-man-Güvenilir görünüp dolandıran) tabii aslında ne anlamda kullanıldığını hepimiz biliyoruz.
Bildiğimiz ama göz ardı ettiğimiz bir başka şey de uluslarüstü çıkar gruplarının toplumların servetlerine göz dikmiş oldukları gerçeğidir. Dünyadaki servet dağılımının giderek belirli grupların lehine dönmüş olması ise bu gerçeğin en kolay izlenebilen tezahürüdür. Ülkelerin gayrısafi milli hasılaları boyutunda servet biriktiren bireylerin varlığı artık kanıksanmıştır. Bu eski zamanın yağmacı topluluklarıyla aynı felsefeyi benimsemiş ve aynı yöntemleri kullanan gruplardan korunmanın yolu sanıldığı gibi “verelim kurtulalım” ya da “anlaşalım, uzlaşalım” yöntemleri olamaz, çünkü iştahları sonsuz, vicdanları ise yoktur.
Bunlarla mücadeledeki en önemli savunma silahı “Toplumsal tertip” olabilir. Yaptığı işin düzgünlüğünden gurur duyan kaldırım taşı döşeyen ustadan, yazdığı kanun tasarısının her harfini tekrar tekrar kontrol eden milletvekilinden, “düşmanımın düşmanı dostum değildir, onunla iş tutarım ama dostluk göstermem” diyebilen diplomata kadar tüm fertlerin tertibi koruyacak çalışma içinde olması toplumun vazgeçilmezi olmalıdır.
Yapılan her işte mükemmellik, sonuç odaklılık ve doğruluktan ayrılmama prensipleri toplumsal bir umde haline geldiğinde yağmacıların düzenleri bozulacak ve göz diktikleri servet tertip sahibi toplumda kalacaktır.
Elbette yağmacılar da bu gerçekleri bizim bildiğimiz kadar bilmektedirler ve karşı önlemlerini çok uzun süredir alttan alta toplumsal bilincimize yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Sosyal medya yokken bu derece aleni olmayan toplumsal aşağılık kompleksi pompalanması yeni bir oluşum değildir. Onlardan gelen her şey güzel, başarılı, güçlü ve çekiciyken yağmalanacak toplumda üretilen her fikir zayıf, malzeme bozuk, değerler sapkın ve istenmeyen olarak sunulmaktadır. Bu propaganda ile yaşayan toplum sonunda istedikleri gibi ikinci sınıfa düşmekte ve kendi kendini haklı çıkartan her kehanette olduğu gibi “işte biz zaten demiştik” söylemiyle yağmalandıktan sonra bir alt sınıfa indirilmektedir.
Çocuk büyütenlerin bazıları bilirler çocuğu hangi tanımla severseniz öyle büyür. “Çalışkan aslan oğlum” ile “Çok zeki ve mükemmel kopya çekebilen oğlum” iki ayrı tür insan yetiştirecektir. Bu insanların hangisinin topluma daha yararlı bir birey olacağını tartışmak çok anlamlı olmaz. Aynı çocuk yetiştirir gibi toplumları da “yetiştirmenin” mümkün olabileceği fark edildiğinden beri toplumsal tertibi bozacak ne varsa yapılmaktadır.
Kendi toplumuzu örnek verecek olursak bazı kişi ve kurumlara göre Türkiye’de yapılan hiçbir şey doğru değildir ve zaten de olamaz. Mesela “Ama bakın biz çok düzgün bir bankacılık sistemi kurduk hem sistemdeki insan kalitesi de dünya standartlarının üzerinde” deseniz dakika geçmeden bankacılık sistemimizle alay eden yüz tane video yayına girer. “Hava ne güzel” desek, “Türkiye’de neden havalar bozmaya mahkumdur” başlıklı araştırmalar, uzman görüşleri üstümüze yağar. “Alaturka” (Türk usulü) kelimesi aşağılayıcı bir sözcük olarak dilimize yerleşmiş hatta eski bir devlet raporunda bile yer almıştır. Bu ve benzeri sayısız örnek yağmalanmanın kapılarını açacak anahtarlar olarak kullanılmaktadır.
Bu sarmaldan kurtulmanın yolu ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün inanılmaz güzellikteki deyişinde gizlidir. “Türk öğün, çalış, güven” yani “akılını kullan, öğren, çalış ve kendine güven” sadece bize söylenmiş bir söz değildir. Tüm dünya toplumlarının kendilerini emniyete almalarının ve yağmacılardan korumanın formülüdür. Gelgelelim o güzel deyiş bile bilerek ya da bilmeyerek bir harf değişikliği ile “öğün” yani “öğren” den “övün”e dönüşmüş ve anlamını büyük ölçüde yitirmiştir. Toplumsal tertibe ulaşma yolunda adımlar atmamaya devam edersek övünecek şeyimiz de olmaz güvenecek şeyimiz de kalmaz.