Güneşin karanlık yüzü
Soğuğa bedenim bir türlü alışamamıştı. Uğraşsam da sevemiyordum, ellerim çok üşüyor, parmaklarım soğuğun etkisi ile aşırı acıyordu.
Karda, yürümeyi zaten oldum olası sevmezdim, zamanımdan çalardı, kayacağım korkusu ile sürekli dikkatli olmak zorunda kalırdım. Hatta hatırlıyorum, o kadar bunalmış olmalıyım ki, bir dönem kış aylarını hangi sıcak ülkede geçirebilirim, burada kar her yeri kaplarken, sıcak güneşin altında uzanıp nasıl denize girebilirim diye planlar yapıyordum. Bir ara mevsimsel her daim sıcaklığından dolayı California’ya bile taşınmayı düşünmüştüm. Sonunda nasıl dilediysem, hatta Secret furyasında en başarılı tezahür ödülüne aday gösterilecek kadar ileri gitmiş olmalıyım bence, küresel ısınma diye bir kavramı kendi zaman mekanıma getirip kışları unutacak, kazakları sandıklara kaldırtacak kadar sıcak mevsimler yaşamaya başladık.
Neyi gerçekleştirdiğimi hatırlatmak için mi, hayatın benim tercihlerime nasıl saygı duyduğunu vurgulamak için mi bilinmez küresel ısınma ile ilgili tüm haberler her gün tartışılır olmuştu. İçimde bir ses, belki de sen tezahür ettirmedin, sadece dünyanın her zaman buzul çağından önce böyle büyük bir ısınma dönemine girdiğini bildiğin için içsel anlamda olacak olanla uyumlu olmak için bilinçaltın olacak olanı talebinmiş gibi gösterdi demeyi de ihmal etmedi.
Hoşuma gitse de, üzerimdeki sorumluluğu kaldırmış olmanın huzuru gelse de içimde olayların benim yönetimimde olmadığının, olacak olan her şeyin önceden belli olup benim sadece uyum sağlamakla ilgili sorumlu olduğum gerçeği beni aşırı mutsuz etmiş olacak ki hemen algım peki kullandığımız deodarantlar, kestiğim ağaçlar, arttırdığımız sera gazlarının etkisini getirdi aklıma. Sonuçta yanlış yapılanarak bile olsa eylemlerimizin bir şeyler oluşturduğunu bilmek, yaşamımıza etkisi olduğunu bilmek (sonuç aleyhimize olsa da) mutlu etmişti.
İşte bu düşünceler geçerken zihnimden ne kadar çok kontrol ihtiyacımız olduğunu gördüm. Bizi bu kadar kontrol ihtiyacına götüren hayatta kalma dürtüsünün ürettiği korkudan kurtulmak, huzura mı kavuşmaktı? Öyle olsa gerekti, lakin huzur bulacağımız yerde korkunun ürettiği kontrol bizi sürekli strese maruz bırakmaya başlamıştı. Çünkü hayatta olabilecek tüm risklere hazır olmaya çalışmak bize sürekli olarak güçsüzlüğümüzü hatırlatıyor, aşırı düşünmeye sevk ediyor, dinlenme ve gevşeme zamanlarımızı çalıyordu.
Eski çiftçiler, toprağa saygı duyardı, elinden geleni yaptıktan sonra olana bırakmayı bilirdi. Hatta, ben bizlerin büyük şehir hayatından kurtulup toprak ekme hayallerinden bahsettiğimde, siz dayanamazsınız çünkü toprakla uğraşmak şansa ve kadere yer açmaktır demişti toprağı iyi bilen biri. Biz topraktan, doğadan uzaklaştıkça şansı, mucizeleri hatta akışı unutur olmuştuk.
Başka bir gücün varlığından korkup, kendi hologramımızı feda ederken aslında ilk feda ettiğimizin kendi gücümüzü tanımak olduğu gerçeğini de atlamış olmalıydık. Korkularımızın, karanlıkların bizim en iyi yönlerimizi özgürleştirmesi için hizmet ettiği gerçeğinden, karanlığın olmadığı sanal aydınlıklar yaratmıştık.
Canlı kalmak adına içinde hiç olmadığımız kadar cansızlaşmıştık. Tüm bunlara rağmen, hala kendi illüzyonumuzla hayatta kalabileceğimize inanıyoruz. Öyle ki kendimizi tanımaktan da, hakikatten de bir o kadar korkar olduk. Ve hala, yaşamaktansa yaşamı kontrol etmeye çalışıyoruz. Bunları kendime sert bir şekilde hatırlattım ve savunmaya geçen her cümleyi bıraktım. İçimden gelen sessizlikten tek bir cümle çıktı: “Soğuğu özledim”…