Kendi masalımızı nerede yitirdik?
Ya masalımdan vazgeçmezsem?
Bu sabah bitirdim ve açıkçası bittiğine çok üzüldüm. Sosyal medyada “Maalesef, “Anne with E” bitti, çok üzgünüm, benzer başka dizi önerisi olan var mı?” cümlesini o kadar çok okumuştum ki, tipik popüler kültüre direnen parçam itiraz ettiği için diziyi “ izlenecekler” listesinden çıkartmıştım. Aslını isterseniz, ilk bölümü izlediğimde o kızıl saçlı küçük kızın durmadan konuşmasının verdiği sıkıcı hisse tahammül edemeyerek bu kararı vermiştim. Lakin, zevklerimizin benzerliğine çok emin olduğum dostlarımdan gelen “ Ya!, Anne with E bitti, çok üzgünüm. İzledin mi?” mesajlarına dayanamayarak geçen gün o furyaya katılmak üzere tekrar derin bir nefes alıp başladım.
Eşim bilgisayar başında çalışırken, göz ucu ile “Neyi izliyorsun?” diye sordu. Tam nedenlerimi sıralayacakken, yanıma gelip dizi hakkında sohbet etmeye başladı. Birden, kendimizi kızın ne kadar çok konuştuğuna, dayanması ne kadar zor biri olduğuna dair eleştirirken bulduk, ama bir yandan da o bölüm böyle, bu bölüm şöyle diyerek bir gecede 4 bölüm bitirdiğimizi fark ettik.
Sonra ne mi oldu? Geceler birbirini izlerken, gece karanlığı basar basmaz, biraz karanlık ağır gelse “Anne with E” ‘ye sığınsak diye birbirimizin gözünün içine bakar olduk. Bazen bağımlılığımızın bizi ürküten sessiz varlığına direnebilmek için, başka diziler, filmler izlemeye çalıştık. Yok, olmadı, hızla kapatıp “Anne with E” ’ye geri döndük. Görselleri rüya gibi, anlatımı masal gibi olan bir dizi idi. İşin garibi fazla aksiyon yok, kimse doğal sebepler, hastalık dışında şiddetle öldürülmüyor, toplumsal yanlışlar var, insanlar, hatta dizideki ana kahramanlar hata yapıyor, ama herkes bir yerinde özür dilemeyi, kendiyle yüzleşmeyi ve esnemeyi kabul ediyor. Renkler, doğa, yüzlerdeki samimiyet insanın içindeki huzuru öyle yükseltiyor ki, insanın kendi gerçekliğine dönesi gelmiyor. Sürekli ağzımızdan gelecek olaylar için yorum yaparken, öyle yapmazlar çünkü dizi çok gerçekçi şeklinde cümleler dökülüyor. Gerçekçi olaylar diye yorumlayabiliyoruz, ama şiddet yok, huzur var, o halde huzur, sakinlik dolu bir yaşam gerçek olabilir mi? Bilinçaltımız, bizim bilmediğimiz bir şeyi mi biliyor?
Evet, duygular akış içinde, zamanla olgunlaşıyor, bazen olaylar büyüyor. Hatta Kanada hükümetinin hala süre gelen yerliler ile aralarındaki sorunu ile ilgili bile duyguyu aşırı şiddete sürüklemeden, sadece bir sonuca bağlamayarak boşlukta bırakarak bize günümüzde bu sorunun hala çözülmediğini hatırlatıyor. Kim bu masal diyarından, şefkatin ve sıcaklığın sarmalamasından ayrılmak ve gerçek dünyaya dönmek ister ki?
Dizide bağnazlık da mevcut, ama o bağnazlığın zihinlerde esneyerek sürekli kendini güncellemesi de! O yüzden, insanların, günümüzde olduğu gibi tekrarlayan sıkışmış hayatlarının aksine, yaşamın ara basamaklarında bir yerde takılmadan akıp gidebiliyor olması nedeniyle, kişilerin hataları hala umut vaat ediyor.
Bittiğinde düşünmeye başladım. Hepimizde bir burukluk bırakıyorsa ve bunu aksiyon, macera, tutku, aşk gibi duygularla sarsmadan yapmayı beceriyorsa oralarda bir yerde çok çok derin bir şeyler olmalıydı. Derinliğin ardını aramaya kalktığımda, kendi açlıklarımızı gördüm.
Ne kadar huzura, sakinliğe, esnekliğe, birliğe, beraberliğe ihtiyacımız vardı. Ne kadar duygularımızdaki coşkuyu, güveni özlemiştik. Koşulsuz bir şekilde iyi şeyler için hayal kurmayı, birbirimize güvenmeyi, hayatın bize iyi şeyler getirebilmesini özlemiştik. Belki de hepimiz her zamankinden daha yorgunduk hayatta. Şiddetin, estetik olmayan her şeyin, yoracak duyguların arındırıldığı, belki bir zamanlar sıkıcı bile diyebileceğimiz bir alan, öyle ki bulduğumuzda artık oradan başka bir dünyada artık olmak istemiyoruz.
Çoğumuz artık böyle bir dünyada huzur buluyorsak, kurduğumuz, ellerimizle değiştirdiğimiz gerçekliklerde sıkışmaktan bitap düştüysek neden hala kendi gerçeğimizi yaratamıyoruz? Neden huzur ve estetiği arayanlar kendi küçük dünyalarını birleştirip daha büyük bir dünyaya ulaşamıyoruz? Neden, hep birileri bizim için yaratsın, o zaman yaşayalım diye bekliyoruz.
“Anne with E” bitti. Evet, ben de üzüldüm, içimdeki güzelliklerin hatırlatıldığı bir dostumun gidişi kadar üzüldüm. Ama dostum giderken, neden yokluğunu hissettiğimiz bir şeyin mücadelesini veremeyişimizin acısını ve zihnimdeki deli sorularını benimle bıraktı. Her sabah uyandığımda o neşeyi, sohbeti, güzel giysileri, çiçekleri, dostlarımı ne kadar özlediğimi fark ettim. Pandeminin asıl götürdüklerini, yine de yıkılan düzenin ne kadar da yıkılmaya ihtiyacı olduğunu… Belki de yeniden başlayabilmek için “Anne with E “ gibi huzuru ne kadar özlediğimizi hatırlatan bir mesaja, kendi masalımızı yaşayabilmek için benzer arayışı olan insanların sesini duymamıza ihtiyacımız vardı. Ben duydum kendi sesimi de, sizinkileri de… Sevgiyle kalın…
Uzm.Dr. Seda Ülgen
Psikoterapist/Psikonöroimmunolojist
seda@aquayasam.com